1897 Yılı İsvicre`nin Bazel kentide yapılan ilk Dünya Siyonist Konğresi (World Zionist Organization- WZO) Yahudilerin geleceğini tayin etmesi bakımından önemli ve Yahudi tarihinin dönüm noktasını teşkil eder. Bu konğrede alınan kararlar asağıdaki gibi özetleyecek olursak, Ortadoğu da uygulanan politakaların hangi amaca yönelik olduğu konusunda fikir edinmiş oluruz.
Haham Reichorn`un, 1869 senesinde Prag`da Simon Ben`in Yehuda`nın mezarı başında okuduğu nutuk, 1897 yılında İsvicre`nin Bazel kentinde Theodor Heriz`in başkanlığında toplanan, ilk Siyonizm kongresinde, Museviliğin doktorini olarak kabul ediliyor. Kongrede Allah`ın İsrail hükemasına vaadettiği, dünya hakimiyeti davasından kasıt edilen terakki ve Hıristiyanlara karşı kazanılan zaferler dile getiriliyor. Filistinde kurulması planlanan yahudi devletine hizmet için ant içiliyor. Başlıca bankalar, bütün dünya borsaları, bütün kredi kaynakları ve altının Yahudilerin elinde bulunmasının önemine değiniliyor. Önemli ve büyük kuvvetlerden kabul edilen basın, matbuat, tiyatro, sinema ve buna benzer tüm sanat dalları elimizde ve bizim kontrolümüzde bulunmalıdır deniyor. Demokratik rejimi övmek suretiyle, Hıristiyanları siyasi partilere ayırarak, milli birlikleri bozulup, aralarına nifak sokulmasının önemine işaret ediliyor. Sosyal adalet ve eşitlik adına köylüler kışkırtılarak, büyük çiftliklerin parçalanması isteniyor. Toprak sahibi köylülere yüksek faizle krediler verilerek, topraklar ipotek edilip, gayrimenkül edinilmesi tavsiye ediliyor. Altını kasalara çekerek, kağıt paranının piyasaya sürülmesi ve para değerinin Yahudilerce belirlemesi isteniyor. İşçilere yüksek ücret vaad ederek, bir taraftanda da zaruri ihtiyaç maddelerinin fiyatlari yükseltilip, daha çok gelir elde edilmesi planlanıyor.
İç huzuru bozacak ihtilaller tasarlanması, papazların rencide edilmesi, kiliseyle halk arasına ayrılık ve nifak sokulması tavsiye ediliyor. Bütün önemli mevkilere adamlar yerleştirilerek, Musevi olmayanlara avukat ve doktor tedariki öneriliyor. Bilhassa neşriyat ve tedrisatı istismar ederek, Museviliğe hizmet eden fikirler neşredilip, propoğanda tavsiye ediliyor. Erkek ve kızların Hıristiyanlarla evlenmelerine mani olunmaması fakat, kendi külütür ve manevi değerlerine bağlı kalınması öneriliyor. İktisadi hayatı kontrol altına alarak, siyaset ve örf üzerinde büyük tesirler gösterecek hürriyet fikrinin yayılması isteniyor. İhtiyaç halinde, gizli faaliyetler yaparak, hareket planı ve konak yeri saklanan, gizli istikbarat gücü kurulması isteniyor.( MOSAD kuruluyor ) Hükümet ve devlet adamlarına kanca atarak onları ve siyasti yönlendirip tahakküm altına alınması isteniyor. Her tarafta ayrılıkçı, terörist hareketlere destek verilmsine karar veriliyor. Filistin topraklarında Yahudi bir devlet kurulması için, her şeyin feda edileceğine dair yemin edilip, konğrelerin devamına karar kılınıyor. Bildiğim kadarıyla 1897 den 2004 yılına kadar geçen süre için de 40 kadar kongre icra edilmiştir.
Dünya Tarihinde benzeri görülmemiş bir metodla, DEVLET kuruluşunu gerçekleştiren bu konğrelerde alınan kararlar halen uygulanmaktadı r. Dünya hakimiyeti davalarına giden yolda, önlerine çıkan tüm engelleri bertaraf edecek, her yol ve her vasıta Yahudilerce mübah ve sevap sayılmaktadır. Başka dinler ve kültürler tarafından yapılması günah sayılan bütün eylem ve davranışları, siyonistler sevap olarak kabul ederler. Yalan söylemek, Yahudi olmayanları öldürmek, hırsızlık, iftira, ırza tecavüz, kadın ticareti vb ahlak ve vicdanın kabul etmediği fiilleri işlemek siyonizme hizmet olarak kabul gören iyi amel olarak değerlendirilir. Cihan tahtına oturmalarını sağlayacak olan mali oyunlar, borsalar ve bankaların kontrolünü ellerinde tutmak onlar için hayatı öneme haizdir.
Yukarıda ana hatlarıyla anlatmaya çalıştığım konğrelerde kabul edilen ilkeler yavaş, yavaş hayata geçirilerek, günümüz insanlığının başına bela olan terörist İsrail devleti yoktan var edilmistir. 1 ve 2. Konğrelerde alınan kararları yukarıda olduğu gibi özetledikten sonra, gelecek bölümlerde konğrelerde alınan onemli kararlara değinerek yazı dizimizi devam ettiremeye çalısacağım.
II. Bölüm
15-18.Agustos1898` Isviçre`nin Bazel kentinde toplanan 3. konğrede Theoder Heriz` konusmasına: 18.Ekim.1898 Istanbul ve 2.Kasım.1898` de Kudüste Alman İmparatoru Wilhelm`le yaptığı görüşmeyi anlatarak başlar. Siyonizmin devlet başkanları seviyesinde ilgi görmesinin önemine işaret ederek, hazırladığı rapuru üyelere sunar. Aynı raporda o günlerde Romanyada Yahudilere yapılan baskılar dile getirilir, Romanya yahudilerinin bir kısmının Kudüse göç ettirilmesini ister. Kudüse göç edenlerin istihdamı ve ekonomik durumlarının iyileştirilmesi için Londrada ANGLO PALASTIN adında bir şirket kurulması karara bağlanır. 1902`de Londra`da kurulan bu şirketin adı BANK L`UMI olarak değiştirilip merkezi Tel-Avive taşınır ve halen aynı isimde bir Banka olarak faliyetini sürdürmektedir.
26-30.Aralık. 1901 yine Bazelde 4. kongre toplanır. Heriz konuşmasına 15.5.1901 de İstanbul da Yıldız Sarayında Sultan II.Abdulhamit` le yaptığı görüşmeyi ve kolonilerin faaliyetlerini anlatarak söze başlar. Filistin`deki iskan çalismaları için 250.000-bin dolarlık bütce ister. Theodor Heriz, Yıldız Sarayında II. Abdulhamit`e İspanyadan kovulan Yahudilerin Osmanlı memleketlerine kabul edilmesinden duyduğu şükranı ifade ederek sıkıntılarını anlatır. Sultan`a Osmanlı idaresinde bulunan Filistin`de Yahudilere mülk edinme hakkı tanıdığı taktirde, Osmanlı Devletinin tüm dış borçlarını ödeyeceklerini, Avrupa kamu oyunu padişah lehine çevirip ve o sırada devleti meşgul eden Ermeni meselesinde yardım edebileceklerini söyler. Sultan Heriz`i dinledikten sonra onu uyararak her hangi bir işe karışmaması tavsiyesinde bulunup, teklifini reddeder. Bu dönemde Filistine yerleşmek isteyen Yahudilere ciddi bir kısıtlama sözkonusudur. II.Abdulhamitten yüz bulamayan Heriz, vakit kaybetmeden içte ve dışta Sultanın aleyhinde kampanya başlatarak, Ermenileri kışkırtıp 1905 `de başarısızlıkla sonuçlanan suikast girişimini örgütler. Suikast girişiminden sağ kurtulan II. Abdulhamit, Siyonizmin karanlık güçlerle girdiği politik işbirliği kanalıyıla 1909` da, Jön Türkler vasıtasıyla tahttan indirilir, İttihat ve Terakki iktidara getirilir. Böylece Filistine yerleşmede karşılaşılan sıkıntı da giderilmiş olur.
Yahudilerin Filistine yerleşmelerinden yana siyaset izleyen İngiliz devlet admı ve aynı zamanda başbakanlıkta yapan Josheph Chamberlain, Uganda veya Dogu Afrikada geçici, otonom bir Yahudi idaresine sıcak bakar ve Ugandayı tamamen onlara vermeyi teklif eder. Siyonistler Filistinde ısrar ederek teklifi geri çevirmişlerdir. Yahudilerce baş tacı edilen Chamberlain Yahudi yanlısı tutumuyla, Balfour deklerasyonunun ilanına sebep olan ortamı hazırlayan kişidir.
1-14.Eylül.1921 Karlsbad Cekoslovakya Araya 1. Dünya harbininde girmiş olmasından dolayı 7. Siyonist konğresi tehirli toplanır. Gündemin en önemli maddesi 2.11.1917`de İngiliz diş işleri bakanı sıfatıyla Arthur James Balfour imzasıyla, Yahudi banker Lord Rotchil`e yazılmış, Yahudilere Filistin de bir devlet vaadeden Belfour deklersyonu, gündemin ana maddesidir. Bu deklerasyon Siyonist hareketin başarı ve dönüm noktası olmuştur. Konğrede tartışılan gündem maddelerinden kısa bilgiler vercek olursak.
a) Belfour Deklerasyonu.
b) Filistinin Türklerden alınıp İngiliz işgaline uğramasını sağlamak.
c) Rusyada desteklenen “Bol Şevik“ ihtilalinin başarılı olmasında yardımcı okmak.
d) Ukraynada Yahudiler aleyhine yürütülen kitle hareketleri
e) 1920`de Londrada kurulan “Keren Hayesod“ adlı finansman şirketinin sağladığı mali destek.
f) Siyonist harekatin Amerikada geliştirilip güçlendirilmesi.
g) İngilizler tarafindan Filistinde kurulan manda idaresiyle ilişkiler.
h) Kudüste İbranice dili ile eğitim yapan Üniverste kurulması fikri.
i) Filistinde kurulan yahudi ajansı ( JEWISH AGENCY ) faaliyetleri ( bugünkü MOSAD )
Savaş sonrası durum ve Balfour deklerasyonun sağladığı destekle, Almanyada bulunan hareket merkezi İngiltereye taşınarak, İngiltere Siyonist harekatın kalbi sıfatını kazanmıştır. Fakat daha sonraları İngilizlerin, Filistinde kurduklari manda idaresiyle Yahudilerin arası açılmıstır. Manda idaresi giderek sertleşen tutum izlesede koloniler için bazı kararlar almıştır. Kongre başkanı Chaim Weizman İngilizlerin tutumunu eleştirmiş olsada eleştiriye karşı çıkan gurup, İngilizlerin desteği olmaksızın hiç bir başarı sağlanamayacağı ve İngilizlerle ilişkilerin acilen düzeltilmesi gerketigini savunarak, ilişkilerin düzeltilmesi için karar aldırtmıştır.
Mayıs 1936`da İngiliz Hükümetinin, Viscount Peel başkanlığında kurduğu bir komisyon, Filistinli arapların Yahudilere karşı saldırılarını önlemek için, Filistinin bir bölümünde Yahudi devletinin ilan edilmesine sıcak bakmışlardır. Siyonistler ise, Filistinin Tamamı dahil, Ürdünü de (Transjorden) içine alan bir devlette ısrar ettiler. Yaklaşan II. Dünya harbi nedeniyle, İngilizler Yahidilerle ilişkilerinde biraz mesafeli durarak, işgal altında bulunan Filistine olan göçe sınırlama getirmişlerdir. Diğer taraftan Amerikada Siyonis hareket II. Cihan harbi esnasında iyice güçlenerek, hükümet ve devlet adamlarına tesir edeblimiştir. 1942`de Niwyork`ta yapılan Siyonist Konferansta, Amerikanın desteğini sağladıkları için, İngilizlerin Filistin Topraklarını dört `konton` a ayırma (Yahudi-Arap – Kudus-Negev) planını kabul etmediler. II. Dünya harbinde, Nazilere karşı müttefiklerle ittifak eden Siyonistler, Almanyanın destkeledigi Filistin Araplarına karşı savaşarak, tekrardan İngilizlerin desteğini sağlamış oldular. Harbin sonu bir anlamda Filistinde, İngiliz-Yahudi- Arap hesaplaşmasının başlangıcı olmuştur.
III. Bölüm
II. Dünya Harbinden sonra 22. konğre 9-24.Aralık.1946 Bazel-İsvicre de tekrar toplanır. Nazilerin Yahudi soykırımı ve durum değerlendirmesi yapılır. Konğre de İngilizlerin, Filistin de dört konton, federatif yapılanma fikri olan Marrison – Grady Planı rededilir. Siyonist başkan Weizman, Amerikan başkanı Harry Truman`ın yahudilere olan desteğine güvendiği için, yıllarca kullandıkları İnglizlere karşı çıkar ve teklifi kabul etmez. Federasyon değil bağımsız devlet taleplerinde ısrar eder.
1897 Bazel`de kuruluşu ilan edilen Yahudi devletinin adım, adım ilerleme kat ettiği önemli tarihleri şu şekilde verebiliriz. 1917 Balfour deklarasyonu, 1922 “Manda idaresi“, 1947`de devletin adının İsrail olarak ilanı, 14.Mayıs 1948 İsrail Devletinin kuruluşu tarihin dönüm noktasıdır. 1949 ise “Ayıbalığı Avı“nın sonu olan İSRAİL Devletinin Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edildiği tarihtir. Bugün dünyada tek örnek olan şeriat düzeniyle yönetilen totaliter bir devlet, birleşik devletler eliyle kurulmuş olur.
İsrail Devletinin ilk başbakanı olan Ben Gurion, II. Abdulhamit idaresine karşı, içerideki azınlıkları örgütleyen, İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu çok iyi Türkçe konuşun başbakandı. Ayrıca İsrail`in ikinci Cumhurbaşkını olan, Ben Zwi de Ermeni ve diğer azınlıkları örgütleyip kışkırtanlardan birisidir. Yahudi devletinin kurulmasında en büyük engel Osmanlı İmparatorluğu olduğu için, bu engel bir şekilde bertaraf edilmeliydi. Bu amaçla 13.5.1901 de II Abdulhamit le mutabakat sağlayamayınca, o tarihten sonra Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı için sürdürülen yoğun faliyetleri, Ben Gurion ve Ben Zwi organize etmişlerdir. Bu iki zat, Osmanlının gerçek cellatlarıdırlar.
Siyonizm Hareketi, İsrail Devleti kurulduktan sonra ilki 14-30.Agustos. 1951` de olmak üzre, 23 ten 30`a kadar olan konğrelerini Kudüs`de yapımıştır. Bu konğrelerde alınan kararlar bugün İsrail`in yürüttüğü politikaların esasını oluşturur. Konğrelerde alınan en öncelikli kararlar arasında, İsrail devletinin, Siyonist faliyetleri gevşetmemesi oluyordu. Ve yine bütün cihanı bu güne kadar idare eden, büyük bilgin ve önderlerin tuttukları yoldan ayrılmadan “Nusha-i Kübra“ hedefimiz olmalıdır deniyordu. Siyon önderlerinin dünya siyasetinden hiç bir zaman elinizi çekmeyiniz uyarısını dikate alarak, “Görünmeyen Güç“ olmaya devam etmeliyiz deniyordu. Çünkü “Görülmeyen Gücü“ hiç kimsenin yıkamayacağı, hiçlikten yaratılan İsrail devletinin nihai hedef olamadığı, Allah’ın yeryüzünde bize vaadettiği cihan hakimiyeti davasına koşarak gidelim deniyor ve bazı kararlar alınıyordu.
a) Yahudi halkinin İsrail merkez olmak şartıyla birliği ve bütünülüğü.
b) İsrail`in devlet olarak varlığının devamı ve kuvvetlendirilmesi.
c) Kendi Aramızda Peygamber idealleri ve adaletinin temeline dayalı bir sulh uygulanması.
d) İsaril e Yahudi göçünün hızlandırmak ve yeterli durma getirmek.
e) Yahudilerin İbranice öğrenmelerini teşvik ve temin etmek.
f) Yahudi halkının eğitiminin İbrani Dili ile yapılması.
g)Yahudi ruhu ve kütlür değerlerinin korunarak hakların her yerde muafaza edilmesi karara balanıyor.
1982 Kasımında Kudüs te yapılan 30. Dünya Siyonist Konğresinde, başkan Arye L. Dulzin bütün sıkıntılara rağmen savunmadan ve entellektüel faaliyetlerden vazgeçmemelerini tavsiye ediyor. Sabır ve tahammülün başarıyı sağlayan en etkili silah olduğunu hatırlatıyor. Dulzin, İsrail devletinin durum ve tutumunun “Diaspora“daki ( İsrail sınırları dışındaki Yahudilre DİASPORA denir) Yahudilerin durumuna sirayet edeceği gorüşünden hareketle, “Isail siyonist ve moralist oldukça, dışardaki Yahudiler de Siyonist kalacaklar, moral ve ruhi yönden gelişeçekler“ diyor ve bundan sonraki konğrelerin, İsril dışında yaşayan Yahudilerin bulunduğu ülkelerde yapılmasını tavsiye ediyor ve 31. konğrenin Viyanada yapılması kararlaştırılıyordu.
İsrail`in yeni hedefleri askeri ve siyasi organizasyonla ilgilidir. Bu bakimdan İsrail dışında bulunan Yahudilere, Siyonist politik hareketleri için görevler veriliyor. Dışarıda bulunan Yhudilerin bu hizmetleri, İsaril için hayati önem taşiyor. Siyonizm davası Yahudiliğe kendi kaderini, kendisine çizdiren ve onu başkalarının elinde piyon olmaktan kurtaran bir hareket olarak değerlendirilmelidir. Fakat bütün bunlarla berarber, Siyonizm henüz hedefine varmış olarak görülmüyor. Siyonizim İsrailin kuruluşunda öncül olduğundan hareketle Yahudi milletinin kendine olan güvenini sağladı deniyor.
19. Asrın ortalarında Theodor Heriz`in önderliğinde siyasi olarak başlatılan Siyonist hareket, 1948 `de bugün dünyanın başına bela olan “Terör Devletini“ İsraili doğurmustur. Bir asır öncesinden bankaların, borsaların, kredilerin, basının, tiyatroların kendi denetimleri altında olduğunu idda eden Siyonizm; Şimdi de bütün dünyanın kaderinin kendi ellerinde olduğunu idda edecek kadar küstahlaşmıştır. Güç ve cesaretini rüşvet, entrika, terör ve tehditlerle ısbat eden ve böylece millet ve devletleri sindirme yollarına başvuran Siyonistler, her zaman, her yerde insanlığı aldatarak, masum ve mazlum millet olduklarını beceriyle kabul ettirmişlerdir. Gaye için her vasıtayı mubah gören Yahudilik, bazan komünist, bazan liberal, bazan demokrat, bazan kıralcı ve bazanda cumhuriyetçi olabilmiştir. Fakat o her zaman ajan, muhbir, casus ve provakatör olarak, günümüzde de faaliyetlerini sürdürmektedir. Amerikanın eski başkanı Bill Clinten gerçek tehlikeyi bildiği için, gelişen olaylarda dikkatlerin Yahudi oyunları üzerine odaklanmasına çalışmıştır.
Peygamberleri öldüren ve Allah ( cc ) tarafındanda lanetlenmış kavim olan İsrail ogulları, Hıristiyan ve İslam dünyasını güçsüz bırakmak için, aralarına mesep fitnesi sokarak önce ümmet birliğini bozmuştur. Yer yüzünün dini inançlar üzerine kurulu tek Yahudi Şeriat devleti İsrail dir. M.S. 70 de Yahudileri Filistinden çıkaran general Tutis ve Hıristiyanlardan tarihi intikamını almış vede Hıristiyanları n sempatisini kazanmıştır. İsrail devletinin ideolojisi kin, öfke ve nefret üzerine kurulu felsefeler içermektedir. Hıristiyanlardan sonra sıra araplar ve müslümanlara gelmiştir. Bu konuda iki düşmanı birbirine kırdırarak intikam paronoyasını tatmin etmek istemektedir. Önce araplar arasında birliği bozarak, Filistine gelmesi muhtemel yardımların önünü kesmiştir. Mısır örneğinde olduğu gibi, arap alemi ve İslam ülkeleriyle diplomatik ilişkiler kurmayı`da başarmıştır. İsrail bolgede sürekli huzursuzluk üreterek Lübnan da aynı ırktan olan Araplarla Hıristiyan Müslüman çatışmasının provasnı yapmıştır. Hiç bir amaca yönelik olmayan İran, Irak savaşını tezgahlayıp Şia, Sunni çatışması yaratarak İslam birliğini parçalamıştır. En tehlikeli gördügü beyinsiz Saddamı, ajanları vasıtasıyla kışkırtarak Arap dünyasının Tek Lideri olarak doldurup, Kuveyti işagal ettirip, bölgede oluşan huzursuzluk ve istikrarsızlık ortamından her firsatta faydalanmasını bilmiştir.
Siyonizmin dünya siyaseti üzerindeki kanlı eli bilinmesine rağmen ne Birleşmiş Milletler, nede başka bir kuruluş hesap sorma cesaretini gösterememiştir. Aksine Yahudiler yurtlarından ve İspanya gibi ülkelerden sürülerek, Nazi zulmüne maruz kalan mazlum millet olarak kabul edilirler. Hiç bir kimse çıkıpta bukadar masum bir millet olsaydınız gittiğiniz ülkelerden sürülmez, himaye görürdünüz diye sormamıstır. Bence Siyonistlerin dünyada çevirdikleri entrikaları bilip sesiz kalan liderler, onlara olan sempatilerinden değil, korkularından dolayı sesiz kalmaktadırlar. Çünkü bugün dünyanın en güçlü lobisi Yahudi lobisidir. Kimi liderleri ya para karşılığında satın almışlar, yada tehdit ve santajla kendilerine boyun eğdirmektedirler.
IV. Bölüm
Yakın Tarihe bugüne dönecek olursak dünyada Müslümanlar ve İslam aleyhinde yürütülen kampanyaların altında da Siyonist hareket bulunmaktadır. Uluslararası camiada İslamın prestijini sarsarak, İslamla terör özdeşleştirilmek istenmektedir. 11-Eylül hadisesine dönecek olursak, öylesine çaplı bir olayı, zora gelince başını deve kuşu gibi kuma gömen entarili Bin Ladin`le dört sümüklü arabın organize edeceği bir iş olmadığını dünya alem bilmektedir. 11-Eylül hakkında oluşan kanaat CIA veya MOSAD`ın parmağı olmaksızın böylesi büyük çapta bir organizenin yapılamayacağıdır. Al Kaide neden can düşmanı kabul ettikleri Yahudilere ayit işyerlerine, İsaril hedeflerine, elçilik veya temsilciliklere saldırıda bulunmuyor? İsrail hedeflerinin cok iyi korunduğu idda edilecek olursa en az Pentagon kadar iyi korunduğu kabul edileblir. İnsanın Bin Ladin ve Kanlı örgütünüde Siyonistlerin yönlendirdirdiği ihtimalini düşünesi geliyor. 11-Eylül ve sonrasında teröristlerin saldırılarına maruz kalan ülkelere baklırsa, daha çok Yahudilerin intikam almak veya İslam fobisi yaratmak istediği ülkeler hedef alınmaktadır, İspanya örneğinde olduğu gibi.
Son Danimarka olayı ve Bill Clinton`ın mesajina dönecek olursak, kontrolden çıkma ihtimali yüksek olan tepkilerin önlenmesi için Danimarkanın takındığı tavır anlaşılır gibi değil. Basın ve ifade özgürlüğü arkasına sığınarak, kendini beğenmiş bir tavırla, 1.5 Milyar Müslümanın duyarlılığını görmemezlikten gelmenin altında başka neden aramak lazım gelir. İdda edildiği gibi gerçekten basın özgürlüğüne saygı duyluluyorsa, karikatürleri yayınlayan, Jyllands Posten gazetesinin olaylara sebep olan kültür müdürü Filemming Rose` nin işine neden son veriliyor? Aslında Flemming Rose de kendisini piyon olarak kullananlara imalı bir mesaj vererek, görevini tam olarak yerine getirmediğini, işinden ayrılmadan, gider ayak, İran`ın Yahudilere uyguladığı idda edilen soykırımı karikatürize edip işten ayrılmak istiyor. F. Rose neden sorumsuz davranıyor? Yahudi hayranı bir kişi olarakmı? hatırı sayılır para aldığı içinmi?, yoksa kendisi Yahudi olup davasına hizmet etmek içinmi karikatürleri yayımladi? Aslına bakılırsa Bill Clinton gibi F. Rose`da, gizlilik ve ima içerikli bir mesajla adresi açıkladı. F. Rose`nin Yahudilerle olan ilişkisi iyice araştırılıp ortaya çıkarılmadıça konu aydınlanamaz.
Eski başkan Mr. Clinton`ın Arafatı muhatap alıp, İsrail, Filistin sorununu barışcı yollardan çözme girişimi Siyonistleri hosnut etmemiştir. Başkanı istedikleri gibi etki alanına alamayan Siyonistler, onu para karşılığın da satın alamadıkları gibi, Mr Clinton tehditleri de ciddiye almayıp, inandığı istikamette yola devam ettiğini düşünüyorum. Mr. Clinton dönemi Sovyet blokunun parçalanma sürecine tesadüf etmesine rağmen, Balkanlar hariç genelde sakin bir dönem geçirildi. Bence sözkonusu sukünette Bil Clinton`in dünya görüşü ve siyaseti önemli rol oynamıştır. Fakat Yahudi bu, boş dururmu Monica Lewinsky`i Clinten`ın sadece oval ofisine değil, yatağına kadar sokarak, başkanı küçük düşürme koplosundanda ıstediği sonucu alamamıştır. Bil Clinton taşıdığı sorumluluk gereği, kariyerine etki edecek ve dünyanın gözünde küçük düşürme komplosuna rağmen, taviz vermedi mahkemede hesap vermeyi tercih etti. Bill Clinton umarım Siyonist ve Yahudi oyunlarına cesaretle karşı koyabilen güçlü ve cesur bir lider olarak tarihte ki müstesna yerini alıp, hafızalarda kalacaktır.
Danimarka başbakanı Rasmussen’i ne gibi bir komployla satın aldılar tesbit etmek çok zor görünüyor. İfade ve basın özgürlüğü kisvesine sığınarak, ülkesinin hem ekonomik ve hem de dış itibarını zedeleyen gelişmeler karşısında sorumsuz davranabilmekte. Bill Clinton`dan farklı olarak kendisi ve ailesinin hayatı sözkonusu olabilirmi bilemem. Rasmussen`in bu kadar sorumsuzca yaklaşımını, aşırı dindarlık, yada Yahudi hayranlığı gibi sebeplere bağlamak, çok basit ve gerçekçi bir gerekçe olarak görünmüyor bana.
Kanaatime göre çagımızda anti Siyonizm ve anti Semitizm`in en sönük devrini yaşadığı bu dönemde, Hıristiyan ve Müslümanlar arasında vuku bulacak bir çatışma ve gerginlik, en çok Yahudilerin işine yarayacaktır. Siyonistler oluşacak fırsatları çok iyi değerlendirerek, dünya hakimiyeti davalarına daha kolay zemin hazırlayacaklardı r. Oynanan oyunun gayesi, Siyonist harekete düşman olarak gördükleri iki dini, Hıristiyanlık ve İslamı birbirine kırdırarak zayıf ve etkisiz hale getirmektir.
Hıristiyan ve Müslümanlar olaylara aklı selime uyun hareket ederek, Siyonist oyunlarını bozarak, sorunları dialoğ içinde çözmelidirler. Yakıp yıkmak, kırıp dökmek, dünya barışını tehlikeye sokmaktan başka, Yahudilerin ekmeğine kaymak ve bal sürmek olur. Yapılması gereken, bütün bu olaylarda İsrail`in oynadığı rol açığa çıkartılarak, İsrail`in yeryüzünün şeriatla yönetilen tek terorsit devleti olduğunu bilmek ve 10.Kasım.1975 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararı ile, Siyonizmin bir çeşit ırkçılık ve ırk ayrımı politakaları savunduğu için 3379 sayılı kararla Siyonizmi ırkçı olarak nitelendirmiş olduğu gerceğini dikkate alarak ilişkiler geliştirilmelidir. .. SON
Metin YAZAREL
Kaynaklar:
Nature of Anti-semitism History of Jewihs in Engeland.
The Politics of Anti-semitism by Alexander Cockburn.
The Case Against Israel by Michael Neumann.
They Dare to Speak Out People and Institutions Confront Israel ’s Lobby by Paul Findley.
The Holocauts Industry: Reflections on the Exploitation Of Jewish Suffering, New Edition by Norman G. Finkelstein.
The Israeli Holocaust Against the Palestinians by Michael A. Hoffman.
Metin YAZAREL Tarih : 18.07.2008
Yalan makinesi nasıl çalışır?
Televizyondan veya gazetelerden, bizde pek olmasa da ABD'de polis sorgulamalarında gerektiğinde bir sanığın yalan makinesine bağlanarak, doğruyu söyleyip söylemediğinin kontrol edildiğini görmüş veya okumuşsunuzdur.
Hatta ABD'de FBI veya CIA gibi çok önemli devlet görevlerine alınmaya aday memurlara da bu test uygulanmaktadır.
Tolygraph' denilen bir alet ile sanığa 4-6 adet sensör bağlanır.
Bu sensörlerden gelen çeşitli sinyaller, dönmekte olan bir kağıdın üzerine grafik olarak kaydedilir.
Bu sensörlerle sanığın,
- Nefes alış hızı.
- Nabzı.
- Kan basıncı (tansiyonu).
- Terleme miktarı.
kayda alınır.
Bazı yalan makinelerinde kol ve bacak hareketleri de kaydedilir.
Yalan makinesi testi başladığında, sanığa önce 3 veya 4 basit soru sorulur.
Bu şekilde sanığın verdiği sinyallerin düzeni öğrenilir.
Daha sonra gerçek sorular sorulmaya başlanılır ve sinyaller kayda alınmaya devam edilir.
Test süresince ve sonrasında bir uzman grafikleri sürekli.
kontrol altında tutarak, hangi sorularda sinyallerin değiştiğini tespit eder.
Kalp atışının hızının artması, tansiyonun yükselmesi ve terleme genellikle yalan söylemenin belirtileridir.
İyi eğitilmiş bir uzman grafiklere bakınca nerede yalan söylendiğini derhal anlayabilir.
Her şeye rağmen, insanların soruları yorumlamaları ve tepkileri farklı olduğundan, yalan söylerken farklı davranabildikle-rinden, bu test mükemmele ulaşmış değildir, bazen yanıltıcı olabilir ve kesin delil kabul edilmez.
Hatta ABD'de FBI veya CIA gibi çok önemli devlet görevlerine alınmaya aday memurlara da bu test uygulanmaktadır.
Tolygraph' denilen bir alet ile sanığa 4-6 adet sensör bağlanır.
Bu sensörlerden gelen çeşitli sinyaller, dönmekte olan bir kağıdın üzerine grafik olarak kaydedilir.
Bu sensörlerle sanığın,
- Nefes alış hızı.
- Nabzı.
- Kan basıncı (tansiyonu).
- Terleme miktarı.
kayda alınır.
Bazı yalan makinelerinde kol ve bacak hareketleri de kaydedilir.
Yalan makinesi testi başladığında, sanığa önce 3 veya 4 basit soru sorulur.
Bu şekilde sanığın verdiği sinyallerin düzeni öğrenilir.
Daha sonra gerçek sorular sorulmaya başlanılır ve sinyaller kayda alınmaya devam edilir.
Test süresince ve sonrasında bir uzman grafikleri sürekli.
kontrol altında tutarak, hangi sorularda sinyallerin değiştiğini tespit eder.
Kalp atışının hızının artması, tansiyonun yükselmesi ve terleme genellikle yalan söylemenin belirtileridir.
İyi eğitilmiş bir uzman grafiklere bakınca nerede yalan söylendiğini derhal anlayabilir.
Her şeye rağmen, insanların soruları yorumlamaları ve tepkileri farklı olduğundan, yalan söylerken farklı davranabildikle-rinden, bu test mükemmele ulaşmış değildir, bazen yanıltıcı olabilir ve kesin delil kabul edilmez.
Somali bu günlere nasıl geldi?
IMF'ye bağımlılık ve iç savaş, Somali'yi bitirdi
Günlerdir içimizi parçalayan Somali görüntülerinin altında yıllardır devam eden bir iç savaş ve ülke ekonomisini mahveden IMF'in katı uygulamaları yatıyor. Son 60 yılın en kurak dönemini yaşayan Somali zengin petrol ve maden kaynakları, verimli toprakları ve arazileri ile dikkat çekerken, ülkenin çökmüş mali yapısının arkasında Dünya Bankası'nın uygulamaları var.
Dünyayı sarsan Somali'deki açlık görüntülerinin altında yıllardır devam eden iç savaş ve ülke ekonomisini mahveden IMF'nin katı uygulamaları var. Her ne kadar son 60 yılın en kurak dönemini yaşıyorsa da, aslında zengin petrol ve maden kaynakları, verimli toprakları ve tarım arazileri ile dikkat çeken bir ülke Somali. Ancak 1980'lerde IMF ve Dünya Bankası'nın tavsiyeleri, ülkenin malî yapısını çökertti. Ardından gelen iç savaş da yıkımın tuzu biberi oldu ve ülkedeki kaynakların kullanılması engellendi. Uzmanlara göre, Somali, sömürge devletlerinin vazgeçilmez sonunu yaşıyor.
19. yüzyıldan beri İngiltere, Almanya ve Portekiz'in sömürge ve hâkimiyet sahası haline gelen Somali, 1885'te İtalyan hâkimiyetine girdi. 1885'ten 1927 yılına kadar ülke topraklarını işgal altında tutan İtalya, ülkenin ismini 'İtalyan Somalisi' olarak değiştirecek kadar ileri gitti. Bu sırada ülkenin kuzeyinde ise İngiliz hâkimiyeti sürmeye devam etti.
Ülke yönetiminin sürekli el değiştirmesi, tarım ve ekonomide yapılan ciddi yatırımların da başarısız olmasına neden oldu. 1960'ta bağımsızlığını kazanan Somali, 20. yüzyılda da bir türlü savaşlardan başını kaldıramadı. Önemli petrol kaynakları olan ülke, stratejik konumu nedeniyle Soğuk Savaş sırasında taraf olmak zorunda kaldı. Hem ABD hem de Sovyet Birliği, Somali aracılığıyla Basra Körfezi'nden geçen petrol kaynaklarını kontrol etmek istedi. Bu nedenle Somali önce Rusların yanında yer aldı ancak sonra iki ülkenin arası açılınca ABD tarafına geçti. Bu dönemde uluslararası petrol firmaları ülkenin kaynaklarını cömertçe kullanmaya başladı.
1970'lerde ara sıra kuraklık yaşansa da, Somali açlıkla hiç bugünkü kadar yüz yüze gelmemişti. Ekonomik olarak zengin bir tarihi bulunan ülke, aynı zamanda verimli tarım alanlarına sahipti. Merkezî sulamayla yapılan çiftçiliğin yanı sıra hayvancılık yapılan alanları vardı. Kendi yiyeceğini üreten ve ürettiği kendine yeten ülke, devletin çöküşüyle açlıkla da tanıştı. 1980'lerde Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın aldığı tedbirler, Somali tarımını bitirerek, ülkeyi dışa bağlı hale getirdi. Sonrasında Somali devalüasyonların sistematik hale geldiği, ithal tahıla bağımlı, 'IMF uyum programına' zincirli bir ülke oldu.
1991'de ülkenin kuzey ve güneyindeki aşiretler ayaklanarak, Muhamed Siad Barre yönetimini devirdiler. Ardından ülkenin kuzeyi "Somaliland" ismi ile bağımsızlığını ilan etti. Böylece yıllarca devam edecek iç savaş başlamış oldu. Bu süreçte uluslararası finans kuruluşları hükümeti devrik, iç savaşla boğuşan bu ülkenin bitişini geriden izlemekle yetindi. Böylece verimli toprakları, zengin petrol kaynakları, balıkçılık imkânı ve yağış alan bölgeleri olmasına rağmen, Somali açlık ve ölümle pençeleşmeye başladı. Hükümetin tarıma yaptığı yatırım gücü azalınca, üretim altyapısı da çöktü. Tarım toplumu olmasına rağmen, halk gelen hazır gıda ve yiyecek yardımları nedeniyle çiftçiliği bıraktı. En iyi tarım alanları bürokratlara, ordu mensuplarına ve hükümetle bağlantısı olan tüccarlara tahsis edildi.
Şebab, bölgeyi insanî felakete sürükledi
Ülkedeki iç savaş 2006'da El Kaide ile bağlantılı Şebab örgütünün, saldırıları artırarak başkent Mogadişu dâhil ülkenin güneyini kontrol altına almasıyla farklı bir boyut kazandı. 2009'da sahil şeridine yerleşen örgüt, baraj ve gölet inşasının yanı sıra balıkçılığı da engellemeye başladı. Örgüt 2009'da, "casuslara yataklık yapabileceği ve İslamî olmayan yaşam tarzını teşvik edebileceği" gerekçesiyle kontrolündeki güney kentlerine uluslararası yardım kuruluşlarının yardım dağıtmasını da durdurdu. Böylece bölgeyi insanî bir felakete sürükleyen Şebab'ın baskıları ölümlerin de artmasına sebep oldu.
Somali'de uzun zamandır süren devlet otoritesi yokluğu, deniz korsanlarını da büyük tehdit haline getirdi. Somalili korsanların eylemlerini artırmaları üzerine NATO, 2008'de Somali açıklarında korsanlarla mücadele operasyonlarına başladı. Bu süreçte dev güçler, ülkenin korumasız denizlerini nükleer ve diğer zehirli atıkları boşaltma alanı olarak kullanmaya başladı.
Bunun yanı sıra Somali kendi sularını ve balık alanlarını koruma ve kontrol gücünden yoksun olduğu için 2005 yılında bir sezonda 800'ün üzerinde yabancı balıkçı gemisi Somali sularında kaçak avlandı. Bu kontrolsüz, düzensiz ve yasa dışı gemiler yıllık 450 milyon dolarlık deniz ürününü Somali denizlerinde avladılar. Ülke açlıkla kıvranırken, yanı başındaki protein kaynakları da yok edildi. Yasal olarak faaliyet gösteren balıkçıların geçim kaynakları kurutuldu. Bu yıl son 60 yılın en kurak dönemini yaşasa da, talihsiz Somali halkının başından gelenleri sadece bir 'doğal afet' olarak tanımlamak çok zor.
TUĞBA KAPLAN İSTANBUL - 15.08.2011
Günlerdir içimizi parçalayan Somali görüntülerinin altında yıllardır devam eden bir iç savaş ve ülke ekonomisini mahveden IMF'in katı uygulamaları yatıyor. Son 60 yılın en kurak dönemini yaşayan Somali zengin petrol ve maden kaynakları, verimli toprakları ve arazileri ile dikkat çekerken, ülkenin çökmüş mali yapısının arkasında Dünya Bankası'nın uygulamaları var.
Dünyayı sarsan Somali'deki açlık görüntülerinin altında yıllardır devam eden iç savaş ve ülke ekonomisini mahveden IMF'nin katı uygulamaları var. Her ne kadar son 60 yılın en kurak dönemini yaşıyorsa da, aslında zengin petrol ve maden kaynakları, verimli toprakları ve tarım arazileri ile dikkat çeken bir ülke Somali. Ancak 1980'lerde IMF ve Dünya Bankası'nın tavsiyeleri, ülkenin malî yapısını çökertti. Ardından gelen iç savaş da yıkımın tuzu biberi oldu ve ülkedeki kaynakların kullanılması engellendi. Uzmanlara göre, Somali, sömürge devletlerinin vazgeçilmez sonunu yaşıyor.
19. yüzyıldan beri İngiltere, Almanya ve Portekiz'in sömürge ve hâkimiyet sahası haline gelen Somali, 1885'te İtalyan hâkimiyetine girdi. 1885'ten 1927 yılına kadar ülke topraklarını işgal altında tutan İtalya, ülkenin ismini 'İtalyan Somalisi' olarak değiştirecek kadar ileri gitti. Bu sırada ülkenin kuzeyinde ise İngiliz hâkimiyeti sürmeye devam etti.
Ülke yönetiminin sürekli el değiştirmesi, tarım ve ekonomide yapılan ciddi yatırımların da başarısız olmasına neden oldu. 1960'ta bağımsızlığını kazanan Somali, 20. yüzyılda da bir türlü savaşlardan başını kaldıramadı. Önemli petrol kaynakları olan ülke, stratejik konumu nedeniyle Soğuk Savaş sırasında taraf olmak zorunda kaldı. Hem ABD hem de Sovyet Birliği, Somali aracılığıyla Basra Körfezi'nden geçen petrol kaynaklarını kontrol etmek istedi. Bu nedenle Somali önce Rusların yanında yer aldı ancak sonra iki ülkenin arası açılınca ABD tarafına geçti. Bu dönemde uluslararası petrol firmaları ülkenin kaynaklarını cömertçe kullanmaya başladı.
1970'lerde ara sıra kuraklık yaşansa da, Somali açlıkla hiç bugünkü kadar yüz yüze gelmemişti. Ekonomik olarak zengin bir tarihi bulunan ülke, aynı zamanda verimli tarım alanlarına sahipti. Merkezî sulamayla yapılan çiftçiliğin yanı sıra hayvancılık yapılan alanları vardı. Kendi yiyeceğini üreten ve ürettiği kendine yeten ülke, devletin çöküşüyle açlıkla da tanıştı. 1980'lerde Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın aldığı tedbirler, Somali tarımını bitirerek, ülkeyi dışa bağlı hale getirdi. Sonrasında Somali devalüasyonların sistematik hale geldiği, ithal tahıla bağımlı, 'IMF uyum programına' zincirli bir ülke oldu.
1991'de ülkenin kuzey ve güneyindeki aşiretler ayaklanarak, Muhamed Siad Barre yönetimini devirdiler. Ardından ülkenin kuzeyi "Somaliland" ismi ile bağımsızlığını ilan etti. Böylece yıllarca devam edecek iç savaş başlamış oldu. Bu süreçte uluslararası finans kuruluşları hükümeti devrik, iç savaşla boğuşan bu ülkenin bitişini geriden izlemekle yetindi. Böylece verimli toprakları, zengin petrol kaynakları, balıkçılık imkânı ve yağış alan bölgeleri olmasına rağmen, Somali açlık ve ölümle pençeleşmeye başladı. Hükümetin tarıma yaptığı yatırım gücü azalınca, üretim altyapısı da çöktü. Tarım toplumu olmasına rağmen, halk gelen hazır gıda ve yiyecek yardımları nedeniyle çiftçiliği bıraktı. En iyi tarım alanları bürokratlara, ordu mensuplarına ve hükümetle bağlantısı olan tüccarlara tahsis edildi.
Şebab, bölgeyi insanî felakete sürükledi
Ülkedeki iç savaş 2006'da El Kaide ile bağlantılı Şebab örgütünün, saldırıları artırarak başkent Mogadişu dâhil ülkenin güneyini kontrol altına almasıyla farklı bir boyut kazandı. 2009'da sahil şeridine yerleşen örgüt, baraj ve gölet inşasının yanı sıra balıkçılığı da engellemeye başladı. Örgüt 2009'da, "casuslara yataklık yapabileceği ve İslamî olmayan yaşam tarzını teşvik edebileceği" gerekçesiyle kontrolündeki güney kentlerine uluslararası yardım kuruluşlarının yardım dağıtmasını da durdurdu. Böylece bölgeyi insanî bir felakete sürükleyen Şebab'ın baskıları ölümlerin de artmasına sebep oldu.
Somali'de uzun zamandır süren devlet otoritesi yokluğu, deniz korsanlarını da büyük tehdit haline getirdi. Somalili korsanların eylemlerini artırmaları üzerine NATO, 2008'de Somali açıklarında korsanlarla mücadele operasyonlarına başladı. Bu süreçte dev güçler, ülkenin korumasız denizlerini nükleer ve diğer zehirli atıkları boşaltma alanı olarak kullanmaya başladı.
Bunun yanı sıra Somali kendi sularını ve balık alanlarını koruma ve kontrol gücünden yoksun olduğu için 2005 yılında bir sezonda 800'ün üzerinde yabancı balıkçı gemisi Somali sularında kaçak avlandı. Bu kontrolsüz, düzensiz ve yasa dışı gemiler yıllık 450 milyon dolarlık deniz ürününü Somali denizlerinde avladılar. Ülke açlıkla kıvranırken, yanı başındaki protein kaynakları da yok edildi. Yasal olarak faaliyet gösteren balıkçıların geçim kaynakları kurutuldu. Bu yıl son 60 yılın en kurak dönemini yaşasa da, talihsiz Somali halkının başından gelenleri sadece bir 'doğal afet' olarak tanımlamak çok zor.
TUĞBA KAPLAN İSTANBUL - 15.08.2011
İnsanlar neden alyans takar?
İnsanların evlenince yüzük takmaları eski Mısırlıların inançlarına dayanıyor. Milattan 2800 yıl önce Mısır'da yaşayanlar dairenin veya halka şeklindeki cisimlerin, başlangıç ve bitiş noktalarının olmaması nedeni ile sonsuzluğu temsil ettiklerine inanıyorlardı.
Evlilik bağının simgesi olarak bitki sapları kullanılarak yapılan alyans, yuvarlak şekliyle yüzyıllardır kadın ve erkek arasındaki sonsuz sevginin, sonsuz mutluluğun, sonsuz beraberliğin ve sonsuz bağlılığın simgesi olarak kullanılıyor.
Yüzük evliliğin sonsuza dek süreceğini simgeliyordu. Sonra bu inanç ve adet Romalılar vasıtası ile iyice yaygınlaştı. Kazılarda o devirlere ait çok ilginç evlilik yüzüklerine rastlanılmıştır.
Evlilik yüzüğünün sol ele ve sondan bir önceki parmağa takılmasının sebebi ise modern tıbbın gelişmesinden önceki devirlere ait yanlış bir insan anatomisi bilgisidir. O zamanlarda dolaşım sistemimizdeki ana damarın sol elimizde bu parmaktan başlayıp kalbimize gittiği sanılıyordu. Böylece buraya takılan yüzükler evli çiftin kalben bağlılığını simgeliyordu.
Gerçi şimdi damarların nereden gelip nereye gittiği biliniyor ama bu da bir adet olarak kaldı.
Patlamış mısır nasıl patlıyor?
Patlamış mısırın hikayesi beş bin yıl evveline, Amerika kıtasına kadar uzanıyor.
Amerika yerlileri gıda için kullanılacak mısır ile içi daha sulu olan patlayabilir mısırların arasındaki farkı biliyorlardı.
Kolomb kıtaya ayak bastığında yerlilerin mısır kültürünü gördü, ama asıl ilgi 1510'lu yıllarda Güney Amerika'da terör estiren Hernanda Cortes'in Aztek'lerin dini ayinlerde ipe dizilmiş patlamış mısırları yediklerini görmesi ile başladı.
Üstelik yerliler mısırı bir çeşit şişe geçirerek, tekrar tekrar ısıtarak veya kızgın kuma gömerek değişik şekillerde patlatarak yiyorlardı.
Amerika kıtasının keşfinden sonra Avrupa'ya getirilen ürünlerin içinde en ünlüleri patlamış mısır ve tütündü.
Birincisine çok fazla yağ ve tuz ilave etmezseniz, kesinlikle ikincisinden daha sağlıklıdır.
Ancak tüm mısır taneleri patlamaz.
Patlayan mısırın gizemini yaratan iki faktör vardır: Mısır tanesinin içinin çok güzel bir ısı geçiş özelliği ve müthiş bir mekanik mukavemete, yani sağlamlığa sahip kabuğu.
Mısıra dikkatli bakıldığında, etrafında kalın ve su geçirmez bir kabuk olduğu görülür.
Bunun altında iki tabaka daha vardır.
Tanenin bu iç kısımlarındaki moleküllerin sıralanış biçimi, normal mısır tanelerine göre daha düzenlidir.
Bu sayede ısı normal tanelere oranla neredeyse iki misli hızla içine yayılabilir.
Kalın kabuk ısıtıldığında, tanenin içi de süratle ısınır ve içindeki su, basınçlı bir su buharı oluşturur.
Isınma süresince gittikçe artan bu basınç, sonunda kalın kabuğun adeta infilak ederek yırtılmasına yol açar.
Tane ilk boyutundan yaklaşık 30 misli büyür, içi dışına gelir, yani tanenin içindeki yumuşak kısım dışarı çıkarak yenilebilir kısmı oluşturur.
Bu özelliği tabiatta başka hiçbir şeyde göremezsiniz.
Belki biraz ekmeğin oluşumunu buna benzetebiliriz.
Bir mısır tanesinin ideal bir şekilde patlayabilmesi için, içinde en az yüzde 14 oranında su olması gerekir.
Bunun altındaki oranlarda yine patlar ama kısmen açılır, istenen sonuç alınamaz.
Mısırın içersindeki su oranını artırmak için, kapalı bir ortamda üzerine su serpiştirilmesi ve beklemeye bırakılmasının faydalı olacağı söylenir ama bu işlem mısırın içindeki su oranını en fazla yüzde l arttırır.
Bir mısırı iğneyle delerseniz, bir fırında veya güneş altında bekletirseniz, 150 derecenin altında ısıtırsanız, yukarıda bahsedilen suyun buharlaşması, basınç ve infilakın hiçbiri gerçekleşmez.
Amerika yerlileri gıda için kullanılacak mısır ile içi daha sulu olan patlayabilir mısırların arasındaki farkı biliyorlardı.
Kolomb kıtaya ayak bastığında yerlilerin mısır kültürünü gördü, ama asıl ilgi 1510'lu yıllarda Güney Amerika'da terör estiren Hernanda Cortes'in Aztek'lerin dini ayinlerde ipe dizilmiş patlamış mısırları yediklerini görmesi ile başladı.
Üstelik yerliler mısırı bir çeşit şişe geçirerek, tekrar tekrar ısıtarak veya kızgın kuma gömerek değişik şekillerde patlatarak yiyorlardı.
Amerika kıtasının keşfinden sonra Avrupa'ya getirilen ürünlerin içinde en ünlüleri patlamış mısır ve tütündü.
Birincisine çok fazla yağ ve tuz ilave etmezseniz, kesinlikle ikincisinden daha sağlıklıdır.
Ancak tüm mısır taneleri patlamaz.
Patlayan mısırın gizemini yaratan iki faktör vardır: Mısır tanesinin içinin çok güzel bir ısı geçiş özelliği ve müthiş bir mekanik mukavemete, yani sağlamlığa sahip kabuğu.
Mısıra dikkatli bakıldığında, etrafında kalın ve su geçirmez bir kabuk olduğu görülür.
Bunun altında iki tabaka daha vardır.
Tanenin bu iç kısımlarındaki moleküllerin sıralanış biçimi, normal mısır tanelerine göre daha düzenlidir.
Bu sayede ısı normal tanelere oranla neredeyse iki misli hızla içine yayılabilir.
Kalın kabuk ısıtıldığında, tanenin içi de süratle ısınır ve içindeki su, basınçlı bir su buharı oluşturur.
Isınma süresince gittikçe artan bu basınç, sonunda kalın kabuğun adeta infilak ederek yırtılmasına yol açar.
Tane ilk boyutundan yaklaşık 30 misli büyür, içi dışına gelir, yani tanenin içindeki yumuşak kısım dışarı çıkarak yenilebilir kısmı oluşturur.
Bu özelliği tabiatta başka hiçbir şeyde göremezsiniz.
Belki biraz ekmeğin oluşumunu buna benzetebiliriz.
Bir mısır tanesinin ideal bir şekilde patlayabilmesi için, içinde en az yüzde 14 oranında su olması gerekir.
Bunun altındaki oranlarda yine patlar ama kısmen açılır, istenen sonuç alınamaz.
Mısırın içersindeki su oranını artırmak için, kapalı bir ortamda üzerine su serpiştirilmesi ve beklemeye bırakılmasının faydalı olacağı söylenir ama bu işlem mısırın içindeki su oranını en fazla yüzde l arttırır.
Bir mısırı iğneyle delerseniz, bir fırında veya güneş altında bekletirseniz, 150 derecenin altında ısıtırsanız, yukarıda bahsedilen suyun buharlaşması, basınç ve infilakın hiçbiri gerçekleşmez.
Hiç 'duvarsız cami' gördünüz mü?
1800 rakımlı Kadırga Yaylası'ndaki Kadırga Açık Camisi'nde, yüzyıllardır binlerce insan açık havada ibadet ediyor.
Gümüşhane ve Trabzon il sınırında yer alan 1800 rakımlı Kadırga Yaylası'ndaki Kadırga Açık Camisi'nde, yüzyıllardır binlerce insan açık havada ibadet ediyor.
Gümüşhane'nin Kürtün ilçesine bağlı Özkürtün beldesi Belediye Başkanı Yakup Turgut, yaptığı açıklamada, Fatih Sultan Mehmet'in 1461 yılında Rumlarla savaşın ardından arkadaşı olan Kadir Ağa'yı sorduğunu belirterek, "Padişah'a Kadir Ağa'nın Kadırkaya'da düşmanla savaşırken şehit olduğunu söylemişler. Fatih Sultan Mehmet, arkadaşının mezarını ziyaret için erkanı ve askerleri ile birlikte gece yola çıkmış ve sabahın erken saatlerinde Kadırkaya'daki arkadaşının mezarını ziyaret etmiş" dedi.
Cuma günü olması nedeniyle Fatih Sultan Mehmet'in erkanı ve askerleri ile birlikte cuma namazı kılmak için yer belirlediğini anlatan Turgut, "Belirlenen alan askerlerin topladığı taşlarla çevrilmiş ve açık cami haline getirilmiş.
Padişah burada erkanı ve askerleriyle birlikte Cuma namazı kılmış. Temmuz ayının üçüncü cuma günü olması dolayısıyla o yıldan bu yana binlerce insan burada hep birlikte cuma namazı kılar. Yaylamızın adı olan 'Kadırga' da Kadir Ağa adından gelmektedir" diye konuştu.
Vatandaşların talebi ve bağışlarıyla yaklaşık 10 yıl önce söz konusu alana 2 minare yaptıklarını ve alanın çevresine beton döktüklerini ifade eden Turgut, şunları söyledi: "Camimizin içinde yaklaşık 5 bin, dışarısında da bir o kadar olmak üzere yaklaşık 10 bin kişi, Temmuz ayının üçüncü cuma gününde hep birlikte cuma namazı kılarlar. Temmuz ayının üçüncü haftasında ayrıca Kadırga Yayla Şenlikleri yapılır. Hem Cuma namazı kılmak hem de şenliklere katılmak için gerek bölgeden gerek Türkiye'nin dört bir yanından gerekse yurt dışından 30-40 bin kişi yaylamıza gelir. Camimize diğer cuma günleri de namaz kılmak için gelen insanlarımız oluyor."
Einstein’dan 10 hayat dersi
Albert Einstein çoğu insan tarafından dahi olarak görülür. Şu ana kadar yaşamış en etkili bilim insanı olmanın yanında teorik fizikçi, filozof ve yazardı. Bilime birçok katkı sağlamış Einstein’ın başarı sırlarını merak ediyor musunuz? İşte Einstein’dan 10 hayat dersi…
1. Merakınızın peşinden gidin
‘Benim özel bir yeteneğim yok. Yalnızca tutkulu bir meraklıyım.’
Sizin merakınızı çeken nedir? Neyi en çok merak ediyorsunuz? Benim merak ettiğim neden bazı insanların başarılı olup bazılarının olamadığıdır. Bu yüzden yıllarca başarı üzerine çalıştım. Merakınızın peşinden giderseniz başarıya ulaşırsınız.
2. Azim paha biçilmezdir
‘Çok zeki olduğumdan değil, sorunlarla uğraşmaktan vazgeçmediğimden başarıyorum.’
Belirlediğiniz yolun sonuna ulaşacak kadar sabırlı mısınız? Posta pullarının gideceği yere varasıya kadar mektuba yapışıp kalmasından ötürü çok değerli olduğu söylenir. Posta pulu gibi olun ve başladığınız işi bitirin.
3. Bugüne odaklanın
‘Güzel bir kızı öperken düzgün araba kullanan birisi, öpücüğe hak ettiği dikkati vermiyor demektir.’
İki atı aynı anda süremezsiniz. Bir şeyler yapabilirsiniz ama her şeyi yapamazsınız. Şimdiye odaklanın ve bütün enerjinizi şu anda yaptığınız işe verin.
4. Hayal gücü güç verir
‘Hayal gücü her şeydir. Sizi bekleyen güzelliklerin önizlemesi gibidir. Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.’
Hayal gücünüz geleceğinizi belirler. Einstein şöyle der: ‘Zekanın gerçek göstergesi hayal gücüdür, bilgi değil’. Bu yüzden hayal gücünüzün hantallaşmasına izin vermeyin.’
5. Hata yapın
‘Hiç hata yapmamış bir insan yeni bir şey denememiş demektir.’
Hata yapmaktan korkmayın. Eğer nasıl okuyacağınızı bilirseniz hatalar sizi daha iyi bir konuma getirebilir. Başarılı olmak istiyorsanız yaptığınız hataları üçe katlayın.
6. Anı yaşayın
‘Ben geleceği hiç düşünmem, ne de olsa gelecektir.’
Geleceği ayarlamanın tek yolu olabilidiğiniz kadar şimdide olmaktır. Şu anda dünü ya da yarını değiştiremezsiniz. Önemli olan tek an şimdidir.
7. Değer yaratın
‘Başarılı olmaya değil, değerli olmaya çalışın.’
Zamanınızı başarılı olmak için harcamayın, değerler yaratın. Eğer değerli olursanız başarı kendiliğinden gelecektir.
8. Farklı sonuçlar beklemeyin
‘Delilik: Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek.’
Hergün aynı rutinde yaşayarak farklı görünmeyi bekleyemezsiniz. Hayatınızın değişmesini istiyorsanız kendinizi değiştirmelisiniz.
9. Bilgi deneyimden gelir
‘Bilgi malumat değildir. Bilmenin tek yolu deneyimlemektir.’
Bir konuyu tartışabilirsiniz ama bu size sadece felsefi bir anlayış kazandırır. Bir konuyu bilmek istiyorsanız onu deneyimlemelisiniz.
10. Kuralları öğrenin, daha iyi oynayın
‘Oyunun kurallarını öğrenmek zorundasınız. Böylece herkesten iyi oynayabilirsiniz.’
Yapmanız gereken iki şey var. Birincisi oynadığınız oyunun kurallarını öğrenmek. İkincisi ise oyunu herkesten iyi oynamayı istemek. Bu iki şeyi yaparsanız başarı sizinle olur!
1. Merakınızın peşinden gidin
‘Benim özel bir yeteneğim yok. Yalnızca tutkulu bir meraklıyım.’
Sizin merakınızı çeken nedir? Neyi en çok merak ediyorsunuz? Benim merak ettiğim neden bazı insanların başarılı olup bazılarının olamadığıdır. Bu yüzden yıllarca başarı üzerine çalıştım. Merakınızın peşinden giderseniz başarıya ulaşırsınız.
2. Azim paha biçilmezdir
‘Çok zeki olduğumdan değil, sorunlarla uğraşmaktan vazgeçmediğimden başarıyorum.’
Belirlediğiniz yolun sonuna ulaşacak kadar sabırlı mısınız? Posta pullarının gideceği yere varasıya kadar mektuba yapışıp kalmasından ötürü çok değerli olduğu söylenir. Posta pulu gibi olun ve başladığınız işi bitirin.
3. Bugüne odaklanın
‘Güzel bir kızı öperken düzgün araba kullanan birisi, öpücüğe hak ettiği dikkati vermiyor demektir.’
İki atı aynı anda süremezsiniz. Bir şeyler yapabilirsiniz ama her şeyi yapamazsınız. Şimdiye odaklanın ve bütün enerjinizi şu anda yaptığınız işe verin.
4. Hayal gücü güç verir
‘Hayal gücü her şeydir. Sizi bekleyen güzelliklerin önizlemesi gibidir. Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.’
Hayal gücünüz geleceğinizi belirler. Einstein şöyle der: ‘Zekanın gerçek göstergesi hayal gücüdür, bilgi değil’. Bu yüzden hayal gücünüzün hantallaşmasına izin vermeyin.’
5. Hata yapın
‘Hiç hata yapmamış bir insan yeni bir şey denememiş demektir.’
Hata yapmaktan korkmayın. Eğer nasıl okuyacağınızı bilirseniz hatalar sizi daha iyi bir konuma getirebilir. Başarılı olmak istiyorsanız yaptığınız hataları üçe katlayın.
6. Anı yaşayın
‘Ben geleceği hiç düşünmem, ne de olsa gelecektir.’
Geleceği ayarlamanın tek yolu olabilidiğiniz kadar şimdide olmaktır. Şu anda dünü ya da yarını değiştiremezsiniz. Önemli olan tek an şimdidir.
7. Değer yaratın
‘Başarılı olmaya değil, değerli olmaya çalışın.’
Zamanınızı başarılı olmak için harcamayın, değerler yaratın. Eğer değerli olursanız başarı kendiliğinden gelecektir.
8. Farklı sonuçlar beklemeyin
‘Delilik: Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek.’
Hergün aynı rutinde yaşayarak farklı görünmeyi bekleyemezsiniz. Hayatınızın değişmesini istiyorsanız kendinizi değiştirmelisiniz.
9. Bilgi deneyimden gelir
‘Bilgi malumat değildir. Bilmenin tek yolu deneyimlemektir.’
Bir konuyu tartışabilirsiniz ama bu size sadece felsefi bir anlayış kazandırır. Bir konuyu bilmek istiyorsanız onu deneyimlemelisiniz.
10. Kuralları öğrenin, daha iyi oynayın
‘Oyunun kurallarını öğrenmek zorundasınız. Böylece herkesten iyi oynayabilirsiniz.’
Yapmanız gereken iki şey var. Birincisi oynadığınız oyunun kurallarını öğrenmek. İkincisi ise oyunu herkesten iyi oynamayı istemek. Bu iki şeyi yaparsanız başarı sizinle olur!
Elma kesilince niçin kararıyor?
Meyve ve sebzelerin bazılarında kesildiklerinde, kabukları soyulduğunda veya herhangi bir şekilde zedelendiklerinde farklı tonlarda renk değişimleri oluşur.
Elma, armut, ayva, patates gibi birçok sebze ve meyve bu özelliği gösterir.
Eğer canlılardaki hücre yapısını biliyorsanız, her bir hücrede binlerce enzim olduğunu da biliyorsunuz demektir.
Enzimler hücrenin yaşaması için gerekli her türlü görevi yerine getirirler.
Elmaların veya patateslerin kesildiklerinde kararmaları işte bu enzimlerden birinin 'polifenol oksidaz' diye adlandırılanın (biz kısaca -PPO- diyeceğiz) yarattığı bir sorundur.
Bu enzim, yani PPO, havanın oksijenini alıp, elmada bulunan 'tanin' adlı kimyasalla birleştirerek kararmaya neden olur.
Elmayı kestiğiniz veya kabuğunu soyduğunuz zaman, kesilme yüzeyindeki hücreler de bölünür, açılır.
Buradaki PPO'lar havanın oksijeni ile birleşerek aynen demirin paslanması gibi bir renk değişimi olayı yaratırlar.
Yere düşen elmaların yüzeyinde oluşan kahverengi noktaların nedeni de aynıdır.
Kahverengi renge dönüşmeyi önlemenin bir yolu onları keser kesmez suya koymak ve hava ile ilişkilerini kesmektir, ancak sudan çıkarıldıklarında yine koyulaşmaya devam ederler.
C vitamini kararmayı önleyebilir.
Meyvenin kararan kısmına limon dökerseniz, içindeki C vitamini, taninin oksijen ile temasını önler ve kararma hızını azaltır.
Bu nedenle meyve ve sebze işleyen yerlerde kabuklar soyulduktan veya dilimleme işlemi yapıldıktan sonra meyve ve sebzeler limon tuzu içeren suya atılır.
Bütün enzimlerin ortak özelliği 75 derece sıcaklığın üzerinde etkisiz hale gelmeleridir.
Yani ısıtmak da bir çaredir.
Bu tip sebze ve meyveler haşlandıklarında enzimlerin faaliyetleri durur ve 'enzimatik esmerleşme' denilen bu olay görülmez.
Şimdi müjdemizi verelim.
Meyve işleyicilerini, salata hazırlayıcılarını, ev kadınlarını deli eden bu olayın da çaresi bulundu.
Çekirdeksiz meyve yetiştirebilmek için çalışmalarını sürdüren genetik mühendisleri, meyve sineğinin oluşumu ve bu esmerleşme üzerine de gittiler.
Özellikle beyaz üzümden şarap ve şeker kamışından şeker elde etmede sorun olan bu esmerleşmeyi genetikçiler enzim klonloyarak önlemeyi başardılar.
Pratikte uygulandığında büyük bir ekonomik fayda da sağlayacak bu araştırma sonuçları, kesildiklerinde benzer esmerleşmeyi gösteren ağaçlara da uygulanacak ve böylece kağıt üretimindeki bir sorun daha ortadan kalkacaktır.
Bileşimlerinde okside olabilecek enzim bulunmayan turunçgillerde, yani portakal, limon ve mandalinada esmerleşme olayı görülmez.
Elma, armut, ayva, patates gibi birçok sebze ve meyve bu özelliği gösterir.
Eğer canlılardaki hücre yapısını biliyorsanız, her bir hücrede binlerce enzim olduğunu da biliyorsunuz demektir.
Enzimler hücrenin yaşaması için gerekli her türlü görevi yerine getirirler.
Elmaların veya patateslerin kesildiklerinde kararmaları işte bu enzimlerden birinin 'polifenol oksidaz' diye adlandırılanın (biz kısaca -PPO- diyeceğiz) yarattığı bir sorundur.
Bu enzim, yani PPO, havanın oksijenini alıp, elmada bulunan 'tanin' adlı kimyasalla birleştirerek kararmaya neden olur.
Elmayı kestiğiniz veya kabuğunu soyduğunuz zaman, kesilme yüzeyindeki hücreler de bölünür, açılır.
Buradaki PPO'lar havanın oksijeni ile birleşerek aynen demirin paslanması gibi bir renk değişimi olayı yaratırlar.
Yere düşen elmaların yüzeyinde oluşan kahverengi noktaların nedeni de aynıdır.
Kahverengi renge dönüşmeyi önlemenin bir yolu onları keser kesmez suya koymak ve hava ile ilişkilerini kesmektir, ancak sudan çıkarıldıklarında yine koyulaşmaya devam ederler.
C vitamini kararmayı önleyebilir.
Meyvenin kararan kısmına limon dökerseniz, içindeki C vitamini, taninin oksijen ile temasını önler ve kararma hızını azaltır.
Bu nedenle meyve ve sebze işleyen yerlerde kabuklar soyulduktan veya dilimleme işlemi yapıldıktan sonra meyve ve sebzeler limon tuzu içeren suya atılır.
Bütün enzimlerin ortak özelliği 75 derece sıcaklığın üzerinde etkisiz hale gelmeleridir.
Yani ısıtmak da bir çaredir.
Bu tip sebze ve meyveler haşlandıklarında enzimlerin faaliyetleri durur ve 'enzimatik esmerleşme' denilen bu olay görülmez.
Şimdi müjdemizi verelim.
Meyve işleyicilerini, salata hazırlayıcılarını, ev kadınlarını deli eden bu olayın da çaresi bulundu.
Çekirdeksiz meyve yetiştirebilmek için çalışmalarını sürdüren genetik mühendisleri, meyve sineğinin oluşumu ve bu esmerleşme üzerine de gittiler.
Özellikle beyaz üzümden şarap ve şeker kamışından şeker elde etmede sorun olan bu esmerleşmeyi genetikçiler enzim klonloyarak önlemeyi başardılar.
Pratikte uygulandığında büyük bir ekonomik fayda da sağlayacak bu araştırma sonuçları, kesildiklerinde benzer esmerleşmeyi gösteren ağaçlara da uygulanacak ve böylece kağıt üretimindeki bir sorun daha ortadan kalkacaktır.
Bileşimlerinde okside olabilecek enzim bulunmayan turunçgillerde, yani portakal, limon ve mandalinada esmerleşme olayı görülmez.
Niçin ayı bazen gündüz de görüyoruz?
Ay sadece gece görülebilir diye bir şey yok.
Gündüzleri de periyoduna bağlı olarak ay da tepemizde, bütün yıldızlar da.
Ama güneşin atmosferimizde yansıyan ışınları onları görmemize mani oluyor.
Atmosferimiz olmasaydı gökyüzü gündüzleri de karanlık olacak, güneşle birlikte yıldızları da görebilecektik.
Ay dünyamıza çok yakın olduğundan gökyüzünde görüntü olarak yıldızlardan çok büyük görünür.
Eğer konumuna göre güneşten iyi ışık alabilirse gündüzleri de gökyüzünde rahatlıkla görünebilir.
Ayın yüzeyi bir asfalt yol yüzeyi gibi yansıtıcıdır.
Koyu renktedir ama tam siyah da değildir.
Biz gökyüzünde aya baktığımızda sadece onun güneşten yansıttığı ışığı görüyoruz.
Güneş kadar ışık saçmıyor ama yine de gökyüzündeki en parlak yıldızdan 100,000 kat daha fazla ışık yansıtabiliyor.
Gündüz havanın aydınlığı yıldızların parıltısını yok eder.
Aslında parlak yıldızların olduğu bölgede gökyüzünün parlaklığı da biraz daha farklıdır ama bu farkı pek algılayanlayız.
Ama ayın olduğu bölgede ışık yeterli ise geceki gibi çok parlak olmasa da onu görebiliriz.
Hatta hava şartlarının olumlu olduğu durumlarda hava aydınlıkken Venüs gezegenini bile görebiliriz.
Güneşi büyük bir ampul, ayı da büyük bir ayna olarak düşünebiliriz.
Bazı durumlarda ampulün ışığını doğrudan görmesek bile, aynanın yansıttığı ışığını görebiliriz.
Bu, geceleri olan durumdur.
Güneşi göremeyiz, çünkü dünyamız ondan gelen ışığı bloke etmiştir.
Ayı, yani aynadan yansıyan ışığını görebiliriz.
Ampulü de, aynayı da birlikte gördüğümüz durum ise ayın gündüz görünme durumudur.
Genellikle 'ayın karanlık yüzü' diye kullanılan deyiş şekli yanlıştır.
Doğrusunun 'ayın arka yüzü' olması gerekir.
Ayın dünyamız etrafındaki dönüş süresi ile kendi etrafındaki dönüş süresi hemen hemen aynı olduğundan, biz ayın hep bir yüzünü görürüz ama ay dünya ile güneş arasındayken bize bakan yüzü karanlık, güneşe bakan arka yüzü aydınlıktır.
Gündüzleri de periyoduna bağlı olarak ay da tepemizde, bütün yıldızlar da.
Ama güneşin atmosferimizde yansıyan ışınları onları görmemize mani oluyor.
Atmosferimiz olmasaydı gökyüzü gündüzleri de karanlık olacak, güneşle birlikte yıldızları da görebilecektik.
Ay dünyamıza çok yakın olduğundan gökyüzünde görüntü olarak yıldızlardan çok büyük görünür.
Eğer konumuna göre güneşten iyi ışık alabilirse gündüzleri de gökyüzünde rahatlıkla görünebilir.
Ayın yüzeyi bir asfalt yol yüzeyi gibi yansıtıcıdır.
Koyu renktedir ama tam siyah da değildir.
Biz gökyüzünde aya baktığımızda sadece onun güneşten yansıttığı ışığı görüyoruz.
Güneş kadar ışık saçmıyor ama yine de gökyüzündeki en parlak yıldızdan 100,000 kat daha fazla ışık yansıtabiliyor.
Gündüz havanın aydınlığı yıldızların parıltısını yok eder.
Aslında parlak yıldızların olduğu bölgede gökyüzünün parlaklığı da biraz daha farklıdır ama bu farkı pek algılayanlayız.
Ama ayın olduğu bölgede ışık yeterli ise geceki gibi çok parlak olmasa da onu görebiliriz.
Hatta hava şartlarının olumlu olduğu durumlarda hava aydınlıkken Venüs gezegenini bile görebiliriz.
Güneşi büyük bir ampul, ayı da büyük bir ayna olarak düşünebiliriz.
Bazı durumlarda ampulün ışığını doğrudan görmesek bile, aynanın yansıttığı ışığını görebiliriz.
Bu, geceleri olan durumdur.
Güneşi göremeyiz, çünkü dünyamız ondan gelen ışığı bloke etmiştir.
Ayı, yani aynadan yansıyan ışığını görebiliriz.
Ampulü de, aynayı da birlikte gördüğümüz durum ise ayın gündüz görünme durumudur.
Genellikle 'ayın karanlık yüzü' diye kullanılan deyiş şekli yanlıştır.
Doğrusunun 'ayın arka yüzü' olması gerekir.
Ayın dünyamız etrafındaki dönüş süresi ile kendi etrafındaki dönüş süresi hemen hemen aynı olduğundan, biz ayın hep bir yüzünü görürüz ama ay dünya ile güneş arasındayken bize bakan yüzü karanlık, güneşe bakan arka yüzü aydınlıktır.
Somali'de yaşanan kıtlık yüzünden günde ortalama 100 bebek ölüyor
60 yıldır en kötü kuraklığı yaşayan Somali'de kıtlık yüzünden günde ortalama 100 bebek ölüyor.
Bu haberden sonra ben ne yapabilirim diye düşündüğümde Kimse yok mu derneğinin sitesine girip 5 tl karşılığında sms ("ACLIK" yazıp 5777) gönderderdim. Doğu Afrika ile ilgili en son haberler
Bazı harcamalarımızdan bir miktar tasarruf yaparak hiç etkilenmeden yardımcı olabiliriz. Siz de yardımlarınızı esirgemeyin lütfen. Hiçbir şey yapamıyorsak arkadaşlarımızla paylaşabiliriz.
Bu haberden sonra ben ne yapabilirim diye düşündüğümde Kimse yok mu derneğinin sitesine girip 5 tl karşılığında sms ("ACLIK" yazıp 5777) gönderderdim. Doğu Afrika ile ilgili en son haberler
Bazı harcamalarımızdan bir miktar tasarruf yaparak hiç etkilenmeden yardımcı olabiliriz. Siz de yardımlarınızı esirgemeyin lütfen. Hiçbir şey yapamıyorsak arkadaşlarımızla paylaşabiliriz.
Tarihte en yüksek (Rekor) enflasyonu yaşayan ülkeler
Macaristan-1946
En yüksek aylık enflasyon: Yüzde 13,600,000,000,000,000 (13 kentilyon 600 katrilyon)
Fiyatlar her 15.6 saatte ikiye katlandı
Dünya üzerinde görülen en yüksek enflasyon, 1946’nın ilk yarısında Macaristan’da yaşandı. O yılın ortasına gelindiğinde, Macaristan’ın tedavüldeki en yüksek parası 100 kentilyon Macaristan pengosuydu. 1944’te ise en değerli para 1,000 pengoydu. Macaristan’da enflasyonun rekor kırdığı dönemde günlük enflasyon yüzde 195 seviyesindeydi. O dönemde fiyatlar, her 15.6 saatte bir ikiye katlanıyordu.
Zimbabve - Kasım 2008
En yüksek aylık enflasyon: Yüzde 79 milyar 600 milyon
Fiyatlar her 24.7 saatte ikiye katlandı
Hiper enflasyonun son örneği, Zimbabwe’de yaşandı. Ülkenin para birimi woe, Kasım 2008’de zirve yaparken, enflasyon yüzde 79 milyar seviyesiyle rekor kırdı. Ülkede fiyatlar, yaklaşık her 24 saatte ikiye katlanıyordu.
Yugoslavya- Haziran 1994
En yüksek aylık enflasyon oranı: Yüzde 313 milyon
Fiyatlar her 1.4 günde ikiye katlandı
1993-1995 yılları arasında, Yugoslavya dinarında hiper enflasyon örneği görüldü. Enflasyon, Haziran 1994’te yüzde 313 milyon seviyesine kadar çıktı. Bu da günlük enflasyonun yüzde 64.6 olması anlamına geliyordu. Ülkede, fiyatlar her 34 saatte bir ikiye katlandı.
Almanya, Ekim 1923
Resimi orjinal boyutlarında görmek için tıklayın.521x369 px - CemsForum
En yüksek aylık enflasyon oranı: Yüzde 29 bin 500
Fiyatlar her 3.7 günde ikiye katlandı
Almanya’nın Weimar Cumhuriyeti döneminin varlığının son yıllarında karşılaştığı en büyük sorunlardan biri, hiper enflasyondu. Ekim 1923’te yaklaşık olarak yüzde 29 bin 500 seviyesine yaklaşan enflasyon oranı, günlük 20.9’luk bir orana denk geliyordu ve ülkede fiyatlar her 3.7 günde ikiye katlanıyordu.
Yunanistan- Ekim 1944
En yüksek aylık enflasyon: Yüzde 13 bin 800
Fiyatlar her 4.3 günde ikiye katlandı
Tüm zamanların en yüksek beşinci hiper enflasyon örneğine, 1944 yılında Yunanistan’da rastlandı. Yunanistan’da hiper enflasyon teknik olarak, İkinci Dünya Savaşı sırasında, ülkenin Almanya tarafından işgal edildiği Ekim 1943’te başladı. Ancak en hızlı enflasyon artışına, 1944’te Yunanlıların ülkelerini geri almasıyla tanık olundu. Fiyatlar bir ay içinde yüzde 13 bin 800’e katlandı.
Bok Hakında Bilmedikleriniz
Bokta tıpkı insan vücüdu ve dünya gibi %75 sıvı ve %25 katı haldedir…Noldu da kendimizden bir parça olan bokla aramız bozulduda bu kelimeyi hakaret olarak kullanmaya başladık.Orçin Uzun’un belgesel tadındaki kısa filmini kesinlikle izlemelisiniz.
Dünyada kaç litre su var ?
Güneş sisteminin derin dondurucusunda saklanan ve kuyruklu yıldız adı verilen kartoplarının suyun en önemli kaynaklarından biri olduğunu düşünülüyordu. Ancak yeni yeni gözlemler başlıca kaynağın kuyruklu yıldızlar olamayacağına işaret ediyor.
Mars ve Jüpiter arasında kalan ve sayıları yaklaşık 40.000 kadar olan Asteroit adlı gök cisimlerinin de dünyadaki suyun kaynağı olabileceği varsayılıyor. Bununla birlikte kayalarda bulunan oksijen ve hidrojenin de çeşitli kimyasal tepkimeler ile suya dönüştüğü tahmin ediliyor.
Araştırmaya göre dünyadaki suyun tamamı bir küre içinde toplansa bu kürenin çapı yaklaşık 1600 km olacaktı. Rakam bu kadar büyük olunca "hiç su sıkıntısı çekmeyiz" diye düşünebiliriz. Ancak bu doğru bir yaklaşım değil. İçilebilir tatlı su miktarı mevcut suyun çok küçük bir bölümünü oluşturuyor. Su kaynaklarının giderek kirlendiğini de hesaba katarsak suyun kıymetini bilmekte fayda var...Ve onu İhsan Eden'i unutmamak..
SAMANYOLU HABER TV
1500'lü yıllar İngilteresiyle ilgili hayli enterasan bilgiler
Doğru mudur, yanlış mıdır bilinmez; ancak 1500'lü yıllar İngilteresiyle ilgili hayli enterasan bilgiler ve bazı deyimlerin çıkış noktası:
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün, 1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:
* İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
* Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti.
Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' (Don't throw the baby out with the bathwater) deyimi buradan gelmektedir.
* Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce'deki 'kedi-köpek yağıyor' (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.
* Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.
* Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini, topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh)seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı 'thresh hold' (saman tutan; Türkçesi "eşik") idi.
* Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.
'Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük' (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur. Bazen domuz eti buluyorlar, o zaman çok seviniyorlardı .
* Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna 'yağ çiğnemek' (chew the fat) adı veriliyordu.
* Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.
* Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı . Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için, içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında 'tabak ağzı' (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu. Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.
* Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu.
* İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti (graveyard shift) denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur (saved by the bell) bazıları da 'ölü zilci'(dead ringer) olurdu.
İlginç bir kaç bilgi daha:
+ Ortaçağ'da Avrupa'daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı.
Kirlilik adeti Amerika'ya da bulaşmış, Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde ''banyo yapmayı yasaklayan'' ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı. Philadelphia' da ise kanunla bir ay içinde birden fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu.
* Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17. yüzyıla kadar sürdü. Fransa krallarından 14.Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü.
1600'lerde İstanbul'a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya'yaki bir konağa gönderilmişti.19. yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına izin verilmişti...
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün, 1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:
* İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
* Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti.
Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' (Don't throw the baby out with the bathwater) deyimi buradan gelmektedir.
* Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce'deki 'kedi-köpek yağıyor' (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.
* Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.
* Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini, topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh)seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı 'thresh hold' (saman tutan; Türkçesi "eşik") idi.
* Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.
'Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük' (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur. Bazen domuz eti buluyorlar, o zaman çok seviniyorlardı .
* Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna 'yağ çiğnemek' (chew the fat) adı veriliyordu.
* Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.
* Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı . Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için, içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında 'tabak ağzı' (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu. Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.
* Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu.
* İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti (graveyard shift) denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur (saved by the bell) bazıları da 'ölü zilci'(dead ringer) olurdu.
İlginç bir kaç bilgi daha:
+ Ortaçağ'da Avrupa'daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı.
Kirlilik adeti Amerika'ya da bulaşmış, Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde ''banyo yapmayı yasaklayan'' ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı. Philadelphia' da ise kanunla bir ay içinde birden fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu.
* Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17. yüzyıla kadar sürdü. Fransa krallarından 14.Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü.
1600'lerde İstanbul'a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya'yaki bir konağa gönderilmişti.19. yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına izin verilmişti...
Fatiha Suresi'ndeki ince sırlar
Yüzlerce sır ve şifre taşıyan faziletli bir duadır.
Asıl sırlar ve şifreler kul ile Allah arasında mevcuttur.
Peygamberimiz (S.A.V) bir hadiste bu önemli gerçeği şöyle anlatıyor:
"Allahu Teâlâ buyurdu ki: Ben namaz suresi olan Fatiha'yı kendimle kulum arasında yarı yarıya paylaştırdım. Yarısı Benim, yarısı da kuluma aittir. Bu vesile ile kulum bütün istediklerine kavuşacaktır.
Kul, 'Elhamdü lillahi Rabbi'l-âlemîn' (Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir) dediği zaman, Allah, 'Kulum Bana hamdetti' buyurur.
Kul, 'Er-Rahmâni'r-Rahîm' (O Rahman'dır, Rahîm'dir) dediği zaman, Allah, 'Kulum Beni methetti' buyurur.
Kul, 'Mâliki yevmiddîn' (Din Gününün Sahibidir) dediği zaman, Allah, 'Kulum Beni tazim etti, işlerini Bana havale etti' buyurur.
Kul, 'İyyâke na'büdü ve iyyâke nestaîn' (Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım isteriz) dediği zaman, Allah, 'İşte bu kulumla kendi aramdadır ve kulumun dilediği de onundur' buyurur.
Kul, 'İhdine's-sırâta'l-müstekîme sırâtallezîne en'amte aleyhim ğayri'l-mağdûbi aleyhim veleddâllîn' (Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimetler verdiğin kullarının yoluna ilet. Gazabına uğramış yahut sapmış olanların yoluna değil) dediği zaman, Allah, 'İşte bu kulumundur ve kulumun istediği de onun hakkıdır' buyurur."
Kur'ân'ın en faziletli suresi Fatiha olduğu gibi, en faziletli âyeti de yine Fatiha'nın bir âyetidir.
Fatiha, sevabı bakımından İhlas Suresi gibi Kur'ân'ın üçte birine denk geliyor:
İbn Abbas'ın rivayetine göre Resulullah (a.s.m.) bu hususu şöyle dile getirmiştir:
"Fatiha sevap bakımından Kur'ân'ın üçte birine denktir."
Bir işe başlarken Bismillah denmesi gerektiği gibi, Fatiha okunması da tavsiye ediliyor.
Ebû Hüreyre'nin rivâyetine göre Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
"Hayırlı bir iş Elhamdülillah ile başlamazsa sonu kısıktır, bereketsizdir."
Fatiha'yı okuduktan sonra "Veleddâllîn" deyince hemen arkasından "Amin" demek sünnettir. "Amin"in önemini ve Allah katındaki yerini Peygamberimiz'den (a.s.m.) öğreniyoruz.
"Amin, mü'min kullarının diliyle Rabbülâlemin'in mührüdür."
Fatiha muhtevası ve manası, zenginliği ve içinde barındırdığı derinlik itibarıyla da bambaşka bir güzelliğe sahiptir.
İmam Buhârî'nin rivayetine göre, Hasan Basrî bu konuda şöyle diyor:
"Allah bütün semavî kitapların ilmini Kur'ân'da; Kur'ân'da mevcut olan ilimleri de Fatiha Suresi'nde toplamıştır. Fatiha'nın tefsirini öğrenen bütün semavî kitapların tefsirini öğrenmiş gibi olur."
Fatiha maddi ve manevi her derde deva, her hastalığa şifa ve her sıkıntıya ilaçtır.Abdülmelik bin Umeyr'in rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (a.s.m.) bu hakikati şu sözleriyle dile getirmiştir.
"Fatiha Suresi her derde devadır."
"Fatiha bütün dertlere karşı şifadır."
"Fatiha Suresi, zehirden kurtulmak için bir şifadır."
Fatiha nazara, göz değmesine karşı da bir şifa kaynağıdır.
İmran bin Husayn'ın rivayetine göre Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
"Fatiha'yı ve Ayete'l-Kürsi'yi bir kul okursa, o gün ona insan ve cin nazarı değmez."
samanyoluhaber
İnsan vücudunun sırları
-Her ne kadar beyin acı sinyallerini vücuda yaysa da kendisi acıyı hissetmez. Beynimizin gün boyunca daha aktif olduğunu düşünsek de, aslında beynimiz biz uyurken daha fazla çalışır.Daha yüksek bir I.Q. seviyesi daha fazla rüya görmek demektir.
-Beyin toplam vücut ağırlığımızın %2'sini oluştursa da, vücudumuzun ihtiyacı olan kalori ve oksijenin %20'sine ihtiyaç duyar.
-Beynimizin gün boyunca daha aktif olduğunu düşünsek de, aslında beynimiz biz uyurken daha fazla çalışır.
-Beyin bilgileri farklı hızlarda işler. Beynimizdeki nöronlar farklı yapılandığı için bazı bilgiler çabuk hatırlanır, bazıları ise daha geç.İkiziniz olmadığı sürece vücut kokunuz sadece size özeldir ve benzeri yoktur. Bebekler bu nedenle annelerinin kokularını diğerlerinden ayırt edebilirler.
-Daha yüksek bir I.Q. seviyesi daha fazla rüya görmek demektir.
-Beynimizin çalışması için 10 watt'lık bir enerjiye ihtiyacı vardır.
-Kadınların koku alma duyuları erkeklerden daha gelişmiştir.
-Burnunuz 50,000 farklı kokuyu tanıyabilir.
-Aşırı yemek yediğinizde işitme kaybı olur.
-Dişleriniz daha siz doğmadan gelişmeye başlar. Doğduktan aylar sonra dişler görünse de aslında doğmadan 6 ay önce gelişmeye başlarlar.
-Bebekler yavru öküzlerden daha güçlüdürler, tabi vücut ölçülerine bakıldığında.
-Bütün bebekler mavi gözlü doğarlar. Bebeklerin gerçek göz rengi melanin ve ultraviyole ışıklara maruz kalma sonucunda açığa çıkar.O zaman kadar bütün bebekler mavi gözlüdür.
-Çoğu erkek uyurken düzenli olarak ereksiyon yaşar. Erkekler uyurken farkında olmasalar bile her 1-1,5 saatte bir erekte olurlar.
-Seks bir ağrı kesici olabilir. Bu gerçekle birlikte çoğu kadının seksten kaçmak için uydurduğu baş ağrısı mazereti de ortadan kalkmış oluyor. Bilim adamlarına göre seksteki birleşme ağrıları kesip stresi de azaltıyor.
-Sağlıklı kulaklar için kulak kiri gereklidir.
-Ayaklar bir günde yarım litre ter üretebilir. Ayaklarınızda 500 bin(her birinde 250 bin) ter bezi bulunmaktadır. Bu da ne kadar ter ürettiğini tahmin etmenize yardımcı olabilir.
-Bir hapşırık yaklaşık 44,704 m/s hıza ulaşır.
-Öksürük ise 26,8224 m/s hızdadır.
-Kemikler yeterince kalsiyum alınmazsa kendi kendini yok edebilir.
-Vücudunuzdaki kemiklerin 1/4'i ayaklarınızdadir. Her bir ayakta 26 kemik vardır yani iki ayağınızda bulunan 52 kemik vücudunuzdaki 206 kemiğin %25idir.
-Bilimadamları tam olarak sayısını saptayamamıştır fakat, suratınızı asmak gülmekten daha fazla kası harekete geçirir.
-Yaşamınız boyunca ürettiğiniz tükürük iki yüzme havuzunu doldurabilir.
-Bir adım attığınızda 200 kasınızı kullanırsınız.
-Vücudunuzdaki en güçlü kas dilinizdir.
-Kemik çelikten daha güçlü olabilir.
-Sağ eli kullanmak ömrünüzü uzatabilir. Sağ elini kullananlar solaklara göre 9 yıl daha uzun yaşar.
-Sadece insanlar duygusal gözyaşı dökerler, hayvanlar ise fiziksel acı hissettiklerinde.
-İdrar keseniz yaklaşık bir beyzbol topu büyüklüğündedir ve tamamen dolu olduğunda oldukça belirgin hale gelebilir.
-Adrenalin size süper güç sağlar, bazı durumlarda vücudunuz adrenalin salgıladığında bir arabayı bile kaldırabilirsiniz.
-Beyin toplam vücut ağırlığımızın %2'sini oluştursa da, vücudumuzun ihtiyacı olan kalori ve oksijenin %20'sine ihtiyaç duyar.
-Beynimizin gün boyunca daha aktif olduğunu düşünsek de, aslında beynimiz biz uyurken daha fazla çalışır.
-Beyin bilgileri farklı hızlarda işler. Beynimizdeki nöronlar farklı yapılandığı için bazı bilgiler çabuk hatırlanır, bazıları ise daha geç.İkiziniz olmadığı sürece vücut kokunuz sadece size özeldir ve benzeri yoktur. Bebekler bu nedenle annelerinin kokularını diğerlerinden ayırt edebilirler.
-Daha yüksek bir I.Q. seviyesi daha fazla rüya görmek demektir.
-Beynimizin çalışması için 10 watt'lık bir enerjiye ihtiyacı vardır.
-Kadınların koku alma duyuları erkeklerden daha gelişmiştir.
-Burnunuz 50,000 farklı kokuyu tanıyabilir.
-Aşırı yemek yediğinizde işitme kaybı olur.
-Dişleriniz daha siz doğmadan gelişmeye başlar. Doğduktan aylar sonra dişler görünse de aslında doğmadan 6 ay önce gelişmeye başlarlar.
-Bebekler yavru öküzlerden daha güçlüdürler, tabi vücut ölçülerine bakıldığında.
-Bütün bebekler mavi gözlü doğarlar. Bebeklerin gerçek göz rengi melanin ve ultraviyole ışıklara maruz kalma sonucunda açığa çıkar.O zaman kadar bütün bebekler mavi gözlüdür.
-Çoğu erkek uyurken düzenli olarak ereksiyon yaşar. Erkekler uyurken farkında olmasalar bile her 1-1,5 saatte bir erekte olurlar.
-Seks bir ağrı kesici olabilir. Bu gerçekle birlikte çoğu kadının seksten kaçmak için uydurduğu baş ağrısı mazereti de ortadan kalkmış oluyor. Bilim adamlarına göre seksteki birleşme ağrıları kesip stresi de azaltıyor.
-Sağlıklı kulaklar için kulak kiri gereklidir.
-Ayaklar bir günde yarım litre ter üretebilir. Ayaklarınızda 500 bin(her birinde 250 bin) ter bezi bulunmaktadır. Bu da ne kadar ter ürettiğini tahmin etmenize yardımcı olabilir.
-Bir hapşırık yaklaşık 44,704 m/s hıza ulaşır.
-Öksürük ise 26,8224 m/s hızdadır.
-Kemikler yeterince kalsiyum alınmazsa kendi kendini yok edebilir.
-Vücudunuzdaki kemiklerin 1/4'i ayaklarınızdadir. Her bir ayakta 26 kemik vardır yani iki ayağınızda bulunan 52 kemik vücudunuzdaki 206 kemiğin %25idir.
-Bilimadamları tam olarak sayısını saptayamamıştır fakat, suratınızı asmak gülmekten daha fazla kası harekete geçirir.
-Yaşamınız boyunca ürettiğiniz tükürük iki yüzme havuzunu doldurabilir.
-Bir adım attığınızda 200 kasınızı kullanırsınız.
-Vücudunuzdaki en güçlü kas dilinizdir.
-Kemik çelikten daha güçlü olabilir.
-Sağ eli kullanmak ömrünüzü uzatabilir. Sağ elini kullananlar solaklara göre 9 yıl daha uzun yaşar.
-Sadece insanlar duygusal gözyaşı dökerler, hayvanlar ise fiziksel acı hissettiklerinde.
-İdrar keseniz yaklaşık bir beyzbol topu büyüklüğündedir ve tamamen dolu olduğunda oldukça belirgin hale gelebilir.
-Adrenalin size süper güç sağlar, bazı durumlarda vücudunuz adrenalin salgıladığında bir arabayı bile kaldırabilirsiniz.
Bunları BİLİYOR muydunuz?
►Yemeğe tuz ile başlanırsa beyin tarafından gönderilen bir uyarı sayesinde, midede mukus denilen sindirimi kolaylaştırıcı bir tabaka oluşturduğunu ve midenin sindirime hazırlıksız yakalanmasını önlediğini…
►Yemek yerken yerde oturarak sol ayağı katlayıp sağ ayağı karna çekerek oturulup yenildiğinde, su ile doldurulmuş balon şeklinde olan midenin çıkış kısmını kapatarak yenilen gıdanın tam sindirilmeden bağırsaklara kaçmasını önleyeceğini ve mide dolunca da doygunluk hissi vererek çok fazla yemeden kalkılacağını…
►Oturularak ve en az 3 yudumda içilen su, dil ve ağız bölgesinde daha fazla duraksadığından tükürük bezleri için gerekli olan suyun emilimini artırıp anti bakteriyel ve antioksidan etkiye sahip tükürüğün salgılanmasını artırarak ağız ve diş sağlığına katkıda bulunduğunu..
►Uyurken sağ yana dönüp yatıldığında solda olan kalbimizin daha rahat çalışmasına neden olarak, kalbi yormadan dinlenmiş bir vaziyette kalkılabileceğini…
►Tuvalete girerken sol ayakla ilk adım atıldığında kaygan olan zeminde ayağın kayması durumunda sola göre daha güçlü olan sağ ayağın düşmeyi engelleyerek vücudu dengelediğini..
► Banyo yaptıktan sonra ayaklara soğuk su dökmenin kan dolaşımını hızlandırıp sıcak sudan dolayı genleşmiş olan damarların içindeki kanın aktivasyonunu artırarak tansiyon düşüklüğünü önlediğini ve savunma mekanizmasını güçlendirdiğini…
►Kesintisiz uyunan uzun gece uykularının, damarlarda vazodilatasyona neden olduğunu, uyku ortalarında kalkıp el yüz yıkamak (ör: abdest almak) az yorucu egzersizler yapmanın (ör: teheccüd namazı) vazodilatasyonu engellediğini ve daha zinde kalkılabileceğini…
►Bütün bunların, 1500 sene evvel Peygamberimiz (sav) in yaptığı ve ümmeti için de tavsiye ettiği sünnet-i seniyyeler olduğunu biliyormuydunuz...?
►Yemek yerken yerde oturarak sol ayağı katlayıp sağ ayağı karna çekerek oturulup yenildiğinde, su ile doldurulmuş balon şeklinde olan midenin çıkış kısmını kapatarak yenilen gıdanın tam sindirilmeden bağırsaklara kaçmasını önleyeceğini ve mide dolunca da doygunluk hissi vererek çok fazla yemeden kalkılacağını…
►Oturularak ve en az 3 yudumda içilen su, dil ve ağız bölgesinde daha fazla duraksadığından tükürük bezleri için gerekli olan suyun emilimini artırıp anti bakteriyel ve antioksidan etkiye sahip tükürüğün salgılanmasını artırarak ağız ve diş sağlığına katkıda bulunduğunu..
►Uyurken sağ yana dönüp yatıldığında solda olan kalbimizin daha rahat çalışmasına neden olarak, kalbi yormadan dinlenmiş bir vaziyette kalkılabileceğini…
►Tuvalete girerken sol ayakla ilk adım atıldığında kaygan olan zeminde ayağın kayması durumunda sola göre daha güçlü olan sağ ayağın düşmeyi engelleyerek vücudu dengelediğini..
► Banyo yaptıktan sonra ayaklara soğuk su dökmenin kan dolaşımını hızlandırıp sıcak sudan dolayı genleşmiş olan damarların içindeki kanın aktivasyonunu artırarak tansiyon düşüklüğünü önlediğini ve savunma mekanizmasını güçlendirdiğini…
►Kesintisiz uyunan uzun gece uykularının, damarlarda vazodilatasyona neden olduğunu, uyku ortalarında kalkıp el yüz yıkamak (ör: abdest almak) az yorucu egzersizler yapmanın (ör: teheccüd namazı) vazodilatasyonu engellediğini ve daha zinde kalkılabileceğini…
►Bütün bunların, 1500 sene evvel Peygamberimiz (sav) in yaptığı ve ümmeti için de tavsiye ettiği sünnet-i seniyyeler olduğunu biliyormuydunuz...?
Denizler Hakkında Bunları Biliyor Musunuz?
• Yerkürenin yaklaşık dörtte üçü deniz sularıyla kaplıdır. Bunun önemli bir bölümünün Güney Yarım küre'de yer aldığını,
• Kıtaların arasında Büyük Okyanus, Atlas Okyanusu ve Hint Okyanusu bulunduğunu ve bunların kıtaların içine girmiş ya da arasında kalmış uzantılarına da "kıtalararası deniz" dendiğini,
• Dünyadaki suyun % 97'sinin okyanus ve denizlerde bulunduğunu,
• Atmosferdeki oksijenin %75'ini denizlerdeki bitkilerin ve planktonların (suda sürüklenen küçük canlıların) ürettiğini,
• Denizin altında çok geniş düzlüklerin, derin vadilerin, büyük yanardağların, çok derin çukurların bulunduğunu ve dünyanın en derin denizaltı çukurunun Büyük Okyanus'taki 11 km derinliğindeki "Mariana Çukuru" olduğunu,
• Deniz suyunun, yaklaşık % 0,86 oranında sodyum klorür, daha bilinen adıyla sofra tuzu içerdiği gibi az miktarda altın, gümüş ve hatta -arsenik gibi daha birçok kimyasal madde içerdiğini,
• Bir yandan çok büyük bir besin gücü, öte yandan zengin mineral maddeleri ve enerji kaynağını bünyesinde barındıran denizlerin, ekonomik yönden giderek önem kazanmakta olduğunu,
• Dünya petrolünün yaklaşık üçte birinin ve doğalgazın büyük bir bölümünün açık deniz sahalanndan çıkarıldığını,
• Mercanların, kanser gibi hastalıklar için önemli bir ilaç ham maddesi sağladığını ve mercanların yok olmasının dünyamız için çok büyük tehlikelere yol açabileceğini,
• ilk teknelerin en az 20.000 yıl önce okyanuslara açıldığını denizlerin ticaret ve ulaşım için çok kullanıldığını biliyor musunuz?
Ağız kokusuna bire bir!
Ağız kokusundan rahatsız olanlar için kereviz öneriliyor. Uyarıcı ve idrar söktürücü olan kereviz, iktidarsızlığı giderip, cinsel isteği kamçılıyor.
Üstelik kerevizin faydaları bununla da bitmiyor. Kereviz, ağız kokusu ve diş ağrısını giderir. Karaciğer ve dalağa iyi gelir.
Böbrek, akciğer ve karaciğer hastalıklarını önler. Mideyi kuvvetlendirir. İştah açar. Sürmenajda faydalıdır. Sinir yorgunluğunu giderir. Kanı temizler.
Karaciğer şişliğini giderir. Böbreklerdeki kum ve taşların dökülmesinde yardımcı olur.
Safra ifrazatını düzenler. Nikris ve romatizmada faydalıdır. Susuzluğu keser ve vücuda serinlik verir. Kalp hastalarına tavsiye edilir. Ses kısıklığını giderir.
Niçin kar yağıyor ?
Kış aylarında güneş ışınları çok güçlü olmadığı için, bulutların bulundukları yüksekliklerde hava sıcaklığı çok düşük olunca, yükselen su buharı, sublime denilen şekilde sıvı hale geçmeden, bu aşamayı atlayarak doğrudan buz kristali haline dönüşür.
0,1 milimetre çapındaki buz kristalleri birbirlerine yapışarak kar tanelerini oluştururlar.
Eğer bulut ile yer arasındaki hava sıcaksa bu kar taneleri yere düşene kadar yağmur tanesi haline dönüşebilirler, ama soğuk-sa yere kadar kar tanesi olarak inmeyi başarabilirler.
Hafiflikleri nedeniyle yere o kadar yavaş inerler ki 3000 metreden inme leri 2 saat alabilir.
Bazen bulutun altındaki sıcaklık öyledir ki, bir kısmı kar, bir kısmı yağmur damlası halinde düşerler, biz buna 'sulu sepken' diyoruz.
Yani yağmur veya kar yağmasını belirleyen ana unsur, bulut ile yer arasındaki hava sıcaklığıdır.
Genel kanının aksine kar yağması havayı ısıtmaz, aksine ısınan hava karın yağmasına sebep olur.
Çok soğuk havanın içine su alma kapasitesi daha azdır.
İçine alamadığı su ya 'don' şeklinde yeryüzünde kalır ya da 'kırağı' oluşur.
Bu şartlarda kar kesinlikle oluşamaz.
Hava 3 derece gibi biraz ısınınca, su buharı yeryüzünden yükselebilir, çok yüksekliklerdeki soğuk hava tabakalarına ulaşabilir ve kar yağışı meydana gelebilir.
Biz de sanki kar yağdığı için hava ısınmış gibi algılarız.
Kar tanesinin oluşumu hakikaten bir tabiat mucizesidir.
Gerçi bazı kayak merkezlerinde, kar yağışı yetersiz olduğu zamanlarda suni kar üretiliyor ama bu görüldüğü kadar kolay değil.
Doğal kar tanelerinin ortasında çekirdek olarak toz parçacıklarının olduğunu biliyoruz.
Eğer bunlar olmazsa saf su -40 derecede bile kristalleşemiyor.
İlk olarak 1975 yılında Berkeley, California Üniversitesinden Prof.Steve Lindow 'snomax' denilen bir proteini toz parçacıkları yerine kullanarak suni kar üretmeyi başardı.
Bu madde sayesinde daha hafif ve kuru kar tanelerinin üretilmesi sağlandı ve Norveç'te yapılan 1994 kış olimpiyatlarında çok yaygın olarak kullanıldı.
Kar kristalleri altıgen bir şekil içindedirler.
Her bir koldan 3 ve 12'li kollar çıkar.
Bu dizilişin sebebinin oksijen atomlarının diziliş şekli olduğu sanılıyor.
Dolu yağışı daha ziyade ılıman iklimlerde ve bahar aylarında görülür.
Isınan hava ile yükselen su buharı, hava akımları ile daha da yükselerek 12.000 metre civarında -50 derece hava sıcaklığında buz kristallerine dönüşür.
Buradaki güçlü hava akımları ile bu buz kristalleri de birleşerek buz tanelerini oluşturur.
Bu buz taneleri ağırlıkları nedeni ile o kadar hızlı düşerler ki bulut ile yer arasındaki sıcaklık ne olursa olsun eriyecek zaman bulamazlar.
Çapı 5 milimetreden büyük dolular halinde yeryüzüne ulaşırlar.
Aslında tüm bu şartların oluşması çok enderdir ve bu nedenle dolu yağışı hem çok az görülür, hem de çok kısa sürer.
Ülkemiz Denizleri Hakkında Bunları Biliyor Musunuz?
Deniz Canlıları Hakkında Bunları Biliyor Musunuz?
• Denizlerdeki yaşamın karalarda olduğu gibi büyük oranda bitkilere bağlı olduğunu,
• Denizlerdeki başlıca besin kaynağının "bitkisel plankton" denilen mikroskobik bitkiler olduğunu ve bunların fotosentez yaparak oksijen ürettiklerini,
• Erkek balinaların 24 m derinliğe dalarak şarkılarını yüksek sesle yarım saat ya da daha uzun süre söylediklerini,
• Denizlerde bilinen 20.000 tür balık olduğunu, yalnızca 22 türün ticari olarak avlandığını,
• Akdeniz foklarının günümüzde dünyada sadece Yunanistan, Türkiye, Fas, Moritanya ve
. Madeira Adaları'nda yaşadıklarını ve toplam sayılarının 450-550 kadar olduğunu,
• Deniz çayırları denilen deniz bitkilerinin denizlerde oksijen üretmekle kalmayıp, kökleri ile
de erozyonu önlediğini ve birçok deniz canlısı için korunak görevi gördüğünü biliyor musunuz?
Deniz Kirliliği Hakkında Bunları Biliyor Musunuz?
• Ülkemizde, günde yaklaşık 65.000 ton çöp üretilmekte olduğunu,
• Kirlenme nedeniyle, deniz ortamının insanlığın gelecekteki besin deposu olma özelliğini hızla kaybettiğini; kirliliğin besin zinciri boyunca devam ettiğini ve insan dahil bütün canlılara zarar vermekte olduğunu,
• Atmosferdeki karbondioksit oranının yükselmesine paralel olarak dünya okyanuslarında asit miktarının da giderek arttığını, bunun da deniz canlılarının yaşamını tehlikeye attığını,
• Gemilerden denize dökülen çöplerin denizlerde büyük bir kirlenme yarattığını,
• Dünyada her yıl yaklaşık 4 milyon ton petrol ürününün denizlere döküldüğünü, denize yayılan petrol tabakasının ise Güneş'ten gelen ışığı kestiği için canlıların fotosentez yapmasını engellediğini ve böylece denizdeki besin zincirinin bozulmasına sebep olduğunu,
• Denize sızan petrolü dağıtmak için petrol tabakası üzerine deterjan atıldığını, bazen deterjanın deniz yaşamına petrolden daha çok zarar verdiğini,
• Karalarda kullanılan kimyasal ilaçların rüzgâr ve yağmurla denizlere taşındığını, deniz canlıları aracılığıyla insanlara geçerek kansere yol açtığını,
• Arıtılmadan denizlere verilen kanalizasyon sularının denizlerde oksijen azalmasına ve bu sularda yaşamın sona ermesine neden olduğunu,
• Yılda ortalama 40.000 geminin Türk boğazlarından geçtiğini, deniz trafiğinin yoğunlaşması sonucu Marmara Denizi'nde kirliliğin arttığını,
• Kıyılara yapılan konutların kıyıların şeklini değiştirdiğini,
• İnşaatlar için deniz kıyılarından kum alınmasının kumun içinde ve üzerinde yaşayan canlıların yaşamlarını yok ettiğini,
• Karadeniz'de kirlilik ve aşırı avlanma nedeniyle hamsi miktarının hızla azaldığını biliyor musunuz?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)