Meyve ve sebzelerin bazılarında kesildiklerinde, kabukları soyulduğunda veya herhangi bir şekilde zedelendiklerinde farklı tonlarda renk değişimleri oluşur.
Elma, armut, ayva, patates gibi birçok sebze ve meyve bu özelliği gösterir.
Eğer canlılardaki hücre yapısını biliyorsanız, her bir hücrede binlerce enzim olduğunu da biliyorsunuz demektir.
Enzimler hücrenin yaşaması için gerekli her türlü görevi yerine getirirler.
Elmaların veya patateslerin kesildiklerinde kararmaları işte bu enzimlerden birinin 'polifenol oksidaz' diye adlandırılanın (biz kısaca -PPO- diyeceğiz) yarattığı bir sorundur.
Bu enzim, yani PPO, havanın oksijenini alıp, elmada bulunan 'tanin' adlı kimyasalla birleştirerek kararmaya neden olur.
Elmayı kestiğiniz veya kabuğunu soyduğunuz zaman, kesilme yüzeyindeki hücreler de bölünür, açılır.
Buradaki PPO'lar havanın oksijeni ile birleşerek aynen demirin paslanması gibi bir renk değişimi olayı yaratırlar.
Yere düşen elmaların yüzeyinde oluşan kahverengi noktaların nedeni de aynıdır.
Kahverengi renge dönüşmeyi önlemenin bir yolu onları keser kesmez suya koymak ve hava ile ilişkilerini kesmektir, ancak sudan çıkarıldıklarında yine koyulaşmaya devam ederler.
C vitamini kararmayı önleyebilir.
Meyvenin kararan kısmına limon dökerseniz, içindeki C vitamini, taninin oksijen ile temasını önler ve kararma hızını azaltır.
Bu nedenle meyve ve sebze işleyen yerlerde kabuklar soyulduktan veya dilimleme işlemi yapıldıktan sonra meyve ve sebzeler limon tuzu içeren suya atılır.
Bütün enzimlerin ortak özelliği 75 derece sıcaklığın üzerinde etkisiz hale gelmeleridir.
Yani ısıtmak da bir çaredir.
Bu tip sebze ve meyveler haşlandıklarında enzimlerin faaliyetleri durur ve 'enzimatik esmerleşme' denilen bu olay görülmez.
Şimdi müjdemizi verelim.
Meyve işleyicilerini, salata hazırlayıcılarını, ev kadınlarını deli eden bu olayın da çaresi bulundu.
Çekirdeksiz meyve yetiştirebilmek için çalışmalarını sürdüren genetik mühendisleri, meyve sineğinin oluşumu ve bu esmerleşme üzerine de gittiler.
Özellikle beyaz üzümden şarap ve şeker kamışından şeker elde etmede sorun olan bu esmerleşmeyi genetikçiler enzim klonloyarak önlemeyi başardılar.
Pratikte uygulandığında büyük bir ekonomik fayda da sağlayacak bu araştırma sonuçları, kesildiklerinde benzer esmerleşmeyi gösteren ağaçlara da uygulanacak ve böylece kağıt üretimindeki bir sorun daha ortadan kalkacaktır.
Bileşimlerinde okside olabilecek enzim bulunmayan turunçgillerde, yani portakal, limon ve mandalinada esmerleşme olayı görülmez.
Niçin ayı bazen gündüz de görüyoruz?
Ay sadece gece görülebilir diye bir şey yok.
Gündüzleri de periyoduna bağlı olarak ay da tepemizde, bütün yıldızlar da.
Ama güneşin atmosferimizde yansıyan ışınları onları görmemize mani oluyor.
Atmosferimiz olmasaydı gökyüzü gündüzleri de karanlık olacak, güneşle birlikte yıldızları da görebilecektik.
Ay dünyamıza çok yakın olduğundan gökyüzünde görüntü olarak yıldızlardan çok büyük görünür.
Eğer konumuna göre güneşten iyi ışık alabilirse gündüzleri de gökyüzünde rahatlıkla görünebilir.
Ayın yüzeyi bir asfalt yol yüzeyi gibi yansıtıcıdır.
Koyu renktedir ama tam siyah da değildir.
Biz gökyüzünde aya baktığımızda sadece onun güneşten yansıttığı ışığı görüyoruz.
Güneş kadar ışık saçmıyor ama yine de gökyüzündeki en parlak yıldızdan 100,000 kat daha fazla ışık yansıtabiliyor.
Gündüz havanın aydınlığı yıldızların parıltısını yok eder.
Aslında parlak yıldızların olduğu bölgede gökyüzünün parlaklığı da biraz daha farklıdır ama bu farkı pek algılayanlayız.
Ama ayın olduğu bölgede ışık yeterli ise geceki gibi çok parlak olmasa da onu görebiliriz.
Hatta hava şartlarının olumlu olduğu durumlarda hava aydınlıkken Venüs gezegenini bile görebiliriz.
Güneşi büyük bir ampul, ayı da büyük bir ayna olarak düşünebiliriz.
Bazı durumlarda ampulün ışığını doğrudan görmesek bile, aynanın yansıttığı ışığını görebiliriz.
Bu, geceleri olan durumdur.
Güneşi göremeyiz, çünkü dünyamız ondan gelen ışığı bloke etmiştir.
Ayı, yani aynadan yansıyan ışığını görebiliriz.
Ampulü de, aynayı da birlikte gördüğümüz durum ise ayın gündüz görünme durumudur.
Genellikle 'ayın karanlık yüzü' diye kullanılan deyiş şekli yanlıştır.
Doğrusunun 'ayın arka yüzü' olması gerekir.
Ayın dünyamız etrafındaki dönüş süresi ile kendi etrafındaki dönüş süresi hemen hemen aynı olduğundan, biz ayın hep bir yüzünü görürüz ama ay dünya ile güneş arasındayken bize bakan yüzü karanlık, güneşe bakan arka yüzü aydınlıktır.
Gündüzleri de periyoduna bağlı olarak ay da tepemizde, bütün yıldızlar da.
Ama güneşin atmosferimizde yansıyan ışınları onları görmemize mani oluyor.
Atmosferimiz olmasaydı gökyüzü gündüzleri de karanlık olacak, güneşle birlikte yıldızları da görebilecektik.
Ay dünyamıza çok yakın olduğundan gökyüzünde görüntü olarak yıldızlardan çok büyük görünür.
Eğer konumuna göre güneşten iyi ışık alabilirse gündüzleri de gökyüzünde rahatlıkla görünebilir.
Ayın yüzeyi bir asfalt yol yüzeyi gibi yansıtıcıdır.
Koyu renktedir ama tam siyah da değildir.
Biz gökyüzünde aya baktığımızda sadece onun güneşten yansıttığı ışığı görüyoruz.
Güneş kadar ışık saçmıyor ama yine de gökyüzündeki en parlak yıldızdan 100,000 kat daha fazla ışık yansıtabiliyor.
Gündüz havanın aydınlığı yıldızların parıltısını yok eder.
Aslında parlak yıldızların olduğu bölgede gökyüzünün parlaklığı da biraz daha farklıdır ama bu farkı pek algılayanlayız.
Ama ayın olduğu bölgede ışık yeterli ise geceki gibi çok parlak olmasa da onu görebiliriz.
Hatta hava şartlarının olumlu olduğu durumlarda hava aydınlıkken Venüs gezegenini bile görebiliriz.
Güneşi büyük bir ampul, ayı da büyük bir ayna olarak düşünebiliriz.
Bazı durumlarda ampulün ışığını doğrudan görmesek bile, aynanın yansıttığı ışığını görebiliriz.
Bu, geceleri olan durumdur.
Güneşi göremeyiz, çünkü dünyamız ondan gelen ışığı bloke etmiştir.
Ayı, yani aynadan yansıyan ışığını görebiliriz.
Ampulü de, aynayı da birlikte gördüğümüz durum ise ayın gündüz görünme durumudur.
Genellikle 'ayın karanlık yüzü' diye kullanılan deyiş şekli yanlıştır.
Doğrusunun 'ayın arka yüzü' olması gerekir.
Ayın dünyamız etrafındaki dönüş süresi ile kendi etrafındaki dönüş süresi hemen hemen aynı olduğundan, biz ayın hep bir yüzünü görürüz ama ay dünya ile güneş arasındayken bize bakan yüzü karanlık, güneşe bakan arka yüzü aydınlıktır.
Somali'de yaşanan kıtlık yüzünden günde ortalama 100 bebek ölüyor
60 yıldır en kötü kuraklığı yaşayan Somali'de kıtlık yüzünden günde ortalama 100 bebek ölüyor.
Bu haberden sonra ben ne yapabilirim diye düşündüğümde Kimse yok mu derneğinin sitesine girip 5 tl karşılığında sms ("ACLIK" yazıp 5777) gönderderdim. Doğu Afrika ile ilgili en son haberler
Bazı harcamalarımızdan bir miktar tasarruf yaparak hiç etkilenmeden yardımcı olabiliriz. Siz de yardımlarınızı esirgemeyin lütfen. Hiçbir şey yapamıyorsak arkadaşlarımızla paylaşabiliriz.
Bu haberden sonra ben ne yapabilirim diye düşündüğümde Kimse yok mu derneğinin sitesine girip 5 tl karşılığında sms ("ACLIK" yazıp 5777) gönderderdim. Doğu Afrika ile ilgili en son haberler
Bazı harcamalarımızdan bir miktar tasarruf yaparak hiç etkilenmeden yardımcı olabiliriz. Siz de yardımlarınızı esirgemeyin lütfen. Hiçbir şey yapamıyorsak arkadaşlarımızla paylaşabiliriz.
Tarihte en yüksek (Rekor) enflasyonu yaşayan ülkeler
Macaristan-1946
En yüksek aylık enflasyon: Yüzde 13,600,000,000,000,000 (13 kentilyon 600 katrilyon)
Fiyatlar her 15.6 saatte ikiye katlandı
Dünya üzerinde görülen en yüksek enflasyon, 1946’nın ilk yarısında Macaristan’da yaşandı. O yılın ortasına gelindiğinde, Macaristan’ın tedavüldeki en yüksek parası 100 kentilyon Macaristan pengosuydu. 1944’te ise en değerli para 1,000 pengoydu. Macaristan’da enflasyonun rekor kırdığı dönemde günlük enflasyon yüzde 195 seviyesindeydi. O dönemde fiyatlar, her 15.6 saatte bir ikiye katlanıyordu.
Zimbabve - Kasım 2008
En yüksek aylık enflasyon: Yüzde 79 milyar 600 milyon
Fiyatlar her 24.7 saatte ikiye katlandı
Hiper enflasyonun son örneği, Zimbabwe’de yaşandı. Ülkenin para birimi woe, Kasım 2008’de zirve yaparken, enflasyon yüzde 79 milyar seviyesiyle rekor kırdı. Ülkede fiyatlar, yaklaşık her 24 saatte ikiye katlanıyordu.
Yugoslavya- Haziran 1994
En yüksek aylık enflasyon oranı: Yüzde 313 milyon
Fiyatlar her 1.4 günde ikiye katlandı
1993-1995 yılları arasında, Yugoslavya dinarında hiper enflasyon örneği görüldü. Enflasyon, Haziran 1994’te yüzde 313 milyon seviyesine kadar çıktı. Bu da günlük enflasyonun yüzde 64.6 olması anlamına geliyordu. Ülkede, fiyatlar her 34 saatte bir ikiye katlandı.
Almanya, Ekim 1923
Resimi orjinal boyutlarında görmek için tıklayın.521x369 px - CemsForum
En yüksek aylık enflasyon oranı: Yüzde 29 bin 500
Fiyatlar her 3.7 günde ikiye katlandı
Almanya’nın Weimar Cumhuriyeti döneminin varlığının son yıllarında karşılaştığı en büyük sorunlardan biri, hiper enflasyondu. Ekim 1923’te yaklaşık olarak yüzde 29 bin 500 seviyesine yaklaşan enflasyon oranı, günlük 20.9’luk bir orana denk geliyordu ve ülkede fiyatlar her 3.7 günde ikiye katlanıyordu.
Yunanistan- Ekim 1944
En yüksek aylık enflasyon: Yüzde 13 bin 800
Fiyatlar her 4.3 günde ikiye katlandı
Tüm zamanların en yüksek beşinci hiper enflasyon örneğine, 1944 yılında Yunanistan’da rastlandı. Yunanistan’da hiper enflasyon teknik olarak, İkinci Dünya Savaşı sırasında, ülkenin Almanya tarafından işgal edildiği Ekim 1943’te başladı. Ancak en hızlı enflasyon artışına, 1944’te Yunanlıların ülkelerini geri almasıyla tanık olundu. Fiyatlar bir ay içinde yüzde 13 bin 800’e katlandı.
Bok Hakında Bilmedikleriniz
Bokta tıpkı insan vücüdu ve dünya gibi %75 sıvı ve %25 katı haldedir…Noldu da kendimizden bir parça olan bokla aramız bozulduda bu kelimeyi hakaret olarak kullanmaya başladık.Orçin Uzun’un belgesel tadındaki kısa filmini kesinlikle izlemelisiniz.
Dünyada kaç litre su var ?
Güneş sisteminin derin dondurucusunda saklanan ve kuyruklu yıldız adı verilen kartoplarının suyun en önemli kaynaklarından biri olduğunu düşünülüyordu. Ancak yeni yeni gözlemler başlıca kaynağın kuyruklu yıldızlar olamayacağına işaret ediyor.
Mars ve Jüpiter arasında kalan ve sayıları yaklaşık 40.000 kadar olan Asteroit adlı gök cisimlerinin de dünyadaki suyun kaynağı olabileceği varsayılıyor. Bununla birlikte kayalarda bulunan oksijen ve hidrojenin de çeşitli kimyasal tepkimeler ile suya dönüştüğü tahmin ediliyor.
Araştırmaya göre dünyadaki suyun tamamı bir küre içinde toplansa bu kürenin çapı yaklaşık 1600 km olacaktı. Rakam bu kadar büyük olunca "hiç su sıkıntısı çekmeyiz" diye düşünebiliriz. Ancak bu doğru bir yaklaşım değil. İçilebilir tatlı su miktarı mevcut suyun çok küçük bir bölümünü oluşturuyor. Su kaynaklarının giderek kirlendiğini de hesaba katarsak suyun kıymetini bilmekte fayda var...Ve onu İhsan Eden'i unutmamak..
SAMANYOLU HABER TV
1500'lü yıllar İngilteresiyle ilgili hayli enterasan bilgiler
Doğru mudur, yanlış mıdır bilinmez; ancak 1500'lü yıllar İngilteresiyle ilgili hayli enterasan bilgiler ve bazı deyimlerin çıkış noktası:
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün, 1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:
* İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
* Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti.
Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' (Don't throw the baby out with the bathwater) deyimi buradan gelmektedir.
* Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce'deki 'kedi-köpek yağıyor' (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.
* Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.
* Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini, topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh)seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı 'thresh hold' (saman tutan; Türkçesi "eşik") idi.
* Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.
'Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük' (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur. Bazen domuz eti buluyorlar, o zaman çok seviniyorlardı .
* Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna 'yağ çiğnemek' (chew the fat) adı veriliyordu.
* Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.
* Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı . Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için, içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında 'tabak ağzı' (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu. Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.
* Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu.
* İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti (graveyard shift) denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur (saved by the bell) bazıları da 'ölü zilci'(dead ringer) olurdu.
İlginç bir kaç bilgi daha:
+ Ortaçağ'da Avrupa'daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı.
Kirlilik adeti Amerika'ya da bulaşmış, Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde ''banyo yapmayı yasaklayan'' ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı. Philadelphia' da ise kanunla bir ay içinde birden fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu.
* Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17. yüzyıla kadar sürdü. Fransa krallarından 14.Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü.
1600'lerde İstanbul'a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya'yaki bir konağa gönderilmişti.19. yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına izin verilmişti...
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün, 1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:
* İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
* Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti.
Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' (Don't throw the baby out with the bathwater) deyimi buradan gelmektedir.
* Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce'deki 'kedi-köpek yağıyor' (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.
* Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.
* Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini, topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh)seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı 'thresh hold' (saman tutan; Türkçesi "eşik") idi.
* Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.
'Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük' (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur. Bazen domuz eti buluyorlar, o zaman çok seviniyorlardı .
* Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna 'yağ çiğnemek' (chew the fat) adı veriliyordu.
* Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.
* Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı . Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için, içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında 'tabak ağzı' (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu. Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.
* Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu.
* İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti (graveyard shift) denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur (saved by the bell) bazıları da 'ölü zilci'(dead ringer) olurdu.
İlginç bir kaç bilgi daha:
+ Ortaçağ'da Avrupa'daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı.
Kirlilik adeti Amerika'ya da bulaşmış, Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde ''banyo yapmayı yasaklayan'' ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı. Philadelphia' da ise kanunla bir ay içinde birden fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu.
* Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17. yüzyıla kadar sürdü. Fransa krallarından 14.Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü.
1600'lerde İstanbul'a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya'yaki bir konağa gönderilmişti.19. yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına izin verilmişti...
Fatiha Suresi'ndeki ince sırlar
Yüzlerce sır ve şifre taşıyan faziletli bir duadır.
Asıl sırlar ve şifreler kul ile Allah arasında mevcuttur.
Peygamberimiz (S.A.V) bir hadiste bu önemli gerçeği şöyle anlatıyor:
"Allahu Teâlâ buyurdu ki: Ben namaz suresi olan Fatiha'yı kendimle kulum arasında yarı yarıya paylaştırdım. Yarısı Benim, yarısı da kuluma aittir. Bu vesile ile kulum bütün istediklerine kavuşacaktır.
Kul, 'Elhamdü lillahi Rabbi'l-âlemîn' (Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir) dediği zaman, Allah, 'Kulum Bana hamdetti' buyurur.
Kul, 'Er-Rahmâni'r-Rahîm' (O Rahman'dır, Rahîm'dir) dediği zaman, Allah, 'Kulum Beni methetti' buyurur.
Kul, 'Mâliki yevmiddîn' (Din Gününün Sahibidir) dediği zaman, Allah, 'Kulum Beni tazim etti, işlerini Bana havale etti' buyurur.
Kul, 'İyyâke na'büdü ve iyyâke nestaîn' (Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım isteriz) dediği zaman, Allah, 'İşte bu kulumla kendi aramdadır ve kulumun dilediği de onundur' buyurur.
Kul, 'İhdine's-sırâta'l-müstekîme sırâtallezîne en'amte aleyhim ğayri'l-mağdûbi aleyhim veleddâllîn' (Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimetler verdiğin kullarının yoluna ilet. Gazabına uğramış yahut sapmış olanların yoluna değil) dediği zaman, Allah, 'İşte bu kulumundur ve kulumun istediği de onun hakkıdır' buyurur."
Kur'ân'ın en faziletli suresi Fatiha olduğu gibi, en faziletli âyeti de yine Fatiha'nın bir âyetidir.
Fatiha, sevabı bakımından İhlas Suresi gibi Kur'ân'ın üçte birine denk geliyor:
İbn Abbas'ın rivayetine göre Resulullah (a.s.m.) bu hususu şöyle dile getirmiştir:
"Fatiha sevap bakımından Kur'ân'ın üçte birine denktir."
Bir işe başlarken Bismillah denmesi gerektiği gibi, Fatiha okunması da tavsiye ediliyor.
Ebû Hüreyre'nin rivâyetine göre Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
"Hayırlı bir iş Elhamdülillah ile başlamazsa sonu kısıktır, bereketsizdir."
Fatiha'yı okuduktan sonra "Veleddâllîn" deyince hemen arkasından "Amin" demek sünnettir. "Amin"in önemini ve Allah katındaki yerini Peygamberimiz'den (a.s.m.) öğreniyoruz.
"Amin, mü'min kullarının diliyle Rabbülâlemin'in mührüdür."
Fatiha muhtevası ve manası, zenginliği ve içinde barındırdığı derinlik itibarıyla da bambaşka bir güzelliğe sahiptir.
İmam Buhârî'nin rivayetine göre, Hasan Basrî bu konuda şöyle diyor:
"Allah bütün semavî kitapların ilmini Kur'ân'da; Kur'ân'da mevcut olan ilimleri de Fatiha Suresi'nde toplamıştır. Fatiha'nın tefsirini öğrenen bütün semavî kitapların tefsirini öğrenmiş gibi olur."
Fatiha maddi ve manevi her derde deva, her hastalığa şifa ve her sıkıntıya ilaçtır.Abdülmelik bin Umeyr'in rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (a.s.m.) bu hakikati şu sözleriyle dile getirmiştir.
"Fatiha Suresi her derde devadır."
"Fatiha bütün dertlere karşı şifadır."
"Fatiha Suresi, zehirden kurtulmak için bir şifadır."
Fatiha nazara, göz değmesine karşı da bir şifa kaynağıdır.
İmran bin Husayn'ın rivayetine göre Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
"Fatiha'yı ve Ayete'l-Kürsi'yi bir kul okursa, o gün ona insan ve cin nazarı değmez."
samanyoluhaber
İnsan vücudunun sırları
-Her ne kadar beyin acı sinyallerini vücuda yaysa da kendisi acıyı hissetmez. Beynimizin gün boyunca daha aktif olduğunu düşünsek de, aslında beynimiz biz uyurken daha fazla çalışır.Daha yüksek bir I.Q. seviyesi daha fazla rüya görmek demektir.
-Beyin toplam vücut ağırlığımızın %2'sini oluştursa da, vücudumuzun ihtiyacı olan kalori ve oksijenin %20'sine ihtiyaç duyar.
-Beynimizin gün boyunca daha aktif olduğunu düşünsek de, aslında beynimiz biz uyurken daha fazla çalışır.
-Beyin bilgileri farklı hızlarda işler. Beynimizdeki nöronlar farklı yapılandığı için bazı bilgiler çabuk hatırlanır, bazıları ise daha geç.İkiziniz olmadığı sürece vücut kokunuz sadece size özeldir ve benzeri yoktur. Bebekler bu nedenle annelerinin kokularını diğerlerinden ayırt edebilirler.
-Daha yüksek bir I.Q. seviyesi daha fazla rüya görmek demektir.
-Beynimizin çalışması için 10 watt'lık bir enerjiye ihtiyacı vardır.
-Kadınların koku alma duyuları erkeklerden daha gelişmiştir.
-Burnunuz 50,000 farklı kokuyu tanıyabilir.
-Aşırı yemek yediğinizde işitme kaybı olur.
-Dişleriniz daha siz doğmadan gelişmeye başlar. Doğduktan aylar sonra dişler görünse de aslında doğmadan 6 ay önce gelişmeye başlarlar.
-Bebekler yavru öküzlerden daha güçlüdürler, tabi vücut ölçülerine bakıldığında.
-Bütün bebekler mavi gözlü doğarlar. Bebeklerin gerçek göz rengi melanin ve ultraviyole ışıklara maruz kalma sonucunda açığa çıkar.O zaman kadar bütün bebekler mavi gözlüdür.
-Çoğu erkek uyurken düzenli olarak ereksiyon yaşar. Erkekler uyurken farkında olmasalar bile her 1-1,5 saatte bir erekte olurlar.
-Seks bir ağrı kesici olabilir. Bu gerçekle birlikte çoğu kadının seksten kaçmak için uydurduğu baş ağrısı mazereti de ortadan kalkmış oluyor. Bilim adamlarına göre seksteki birleşme ağrıları kesip stresi de azaltıyor.
-Sağlıklı kulaklar için kulak kiri gereklidir.
-Ayaklar bir günde yarım litre ter üretebilir. Ayaklarınızda 500 bin(her birinde 250 bin) ter bezi bulunmaktadır. Bu da ne kadar ter ürettiğini tahmin etmenize yardımcı olabilir.
-Bir hapşırık yaklaşık 44,704 m/s hıza ulaşır.
-Öksürük ise 26,8224 m/s hızdadır.
-Kemikler yeterince kalsiyum alınmazsa kendi kendini yok edebilir.
-Vücudunuzdaki kemiklerin 1/4'i ayaklarınızdadir. Her bir ayakta 26 kemik vardır yani iki ayağınızda bulunan 52 kemik vücudunuzdaki 206 kemiğin %25idir.
-Bilimadamları tam olarak sayısını saptayamamıştır fakat, suratınızı asmak gülmekten daha fazla kası harekete geçirir.
-Yaşamınız boyunca ürettiğiniz tükürük iki yüzme havuzunu doldurabilir.
-Bir adım attığınızda 200 kasınızı kullanırsınız.
-Vücudunuzdaki en güçlü kas dilinizdir.
-Kemik çelikten daha güçlü olabilir.
-Sağ eli kullanmak ömrünüzü uzatabilir. Sağ elini kullananlar solaklara göre 9 yıl daha uzun yaşar.
-Sadece insanlar duygusal gözyaşı dökerler, hayvanlar ise fiziksel acı hissettiklerinde.
-İdrar keseniz yaklaşık bir beyzbol topu büyüklüğündedir ve tamamen dolu olduğunda oldukça belirgin hale gelebilir.
-Adrenalin size süper güç sağlar, bazı durumlarda vücudunuz adrenalin salgıladığında bir arabayı bile kaldırabilirsiniz.
-Beyin toplam vücut ağırlığımızın %2'sini oluştursa da, vücudumuzun ihtiyacı olan kalori ve oksijenin %20'sine ihtiyaç duyar.
-Beynimizin gün boyunca daha aktif olduğunu düşünsek de, aslında beynimiz biz uyurken daha fazla çalışır.
-Beyin bilgileri farklı hızlarda işler. Beynimizdeki nöronlar farklı yapılandığı için bazı bilgiler çabuk hatırlanır, bazıları ise daha geç.İkiziniz olmadığı sürece vücut kokunuz sadece size özeldir ve benzeri yoktur. Bebekler bu nedenle annelerinin kokularını diğerlerinden ayırt edebilirler.
-Daha yüksek bir I.Q. seviyesi daha fazla rüya görmek demektir.
-Beynimizin çalışması için 10 watt'lık bir enerjiye ihtiyacı vardır.
-Kadınların koku alma duyuları erkeklerden daha gelişmiştir.
-Burnunuz 50,000 farklı kokuyu tanıyabilir.
-Aşırı yemek yediğinizde işitme kaybı olur.
-Dişleriniz daha siz doğmadan gelişmeye başlar. Doğduktan aylar sonra dişler görünse de aslında doğmadan 6 ay önce gelişmeye başlarlar.
-Bebekler yavru öküzlerden daha güçlüdürler, tabi vücut ölçülerine bakıldığında.
-Bütün bebekler mavi gözlü doğarlar. Bebeklerin gerçek göz rengi melanin ve ultraviyole ışıklara maruz kalma sonucunda açığa çıkar.O zaman kadar bütün bebekler mavi gözlüdür.
-Çoğu erkek uyurken düzenli olarak ereksiyon yaşar. Erkekler uyurken farkında olmasalar bile her 1-1,5 saatte bir erekte olurlar.
-Seks bir ağrı kesici olabilir. Bu gerçekle birlikte çoğu kadının seksten kaçmak için uydurduğu baş ağrısı mazereti de ortadan kalkmış oluyor. Bilim adamlarına göre seksteki birleşme ağrıları kesip stresi de azaltıyor.
-Sağlıklı kulaklar için kulak kiri gereklidir.
-Ayaklar bir günde yarım litre ter üretebilir. Ayaklarınızda 500 bin(her birinde 250 bin) ter bezi bulunmaktadır. Bu da ne kadar ter ürettiğini tahmin etmenize yardımcı olabilir.
-Bir hapşırık yaklaşık 44,704 m/s hıza ulaşır.
-Öksürük ise 26,8224 m/s hızdadır.
-Kemikler yeterince kalsiyum alınmazsa kendi kendini yok edebilir.
-Vücudunuzdaki kemiklerin 1/4'i ayaklarınızdadir. Her bir ayakta 26 kemik vardır yani iki ayağınızda bulunan 52 kemik vücudunuzdaki 206 kemiğin %25idir.
-Bilimadamları tam olarak sayısını saptayamamıştır fakat, suratınızı asmak gülmekten daha fazla kası harekete geçirir.
-Yaşamınız boyunca ürettiğiniz tükürük iki yüzme havuzunu doldurabilir.
-Bir adım attığınızda 200 kasınızı kullanırsınız.
-Vücudunuzdaki en güçlü kas dilinizdir.
-Kemik çelikten daha güçlü olabilir.
-Sağ eli kullanmak ömrünüzü uzatabilir. Sağ elini kullananlar solaklara göre 9 yıl daha uzun yaşar.
-Sadece insanlar duygusal gözyaşı dökerler, hayvanlar ise fiziksel acı hissettiklerinde.
-İdrar keseniz yaklaşık bir beyzbol topu büyüklüğündedir ve tamamen dolu olduğunda oldukça belirgin hale gelebilir.
-Adrenalin size süper güç sağlar, bazı durumlarda vücudunuz adrenalin salgıladığında bir arabayı bile kaldırabilirsiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)