Güneşe yaklaştıkça hava niçin soğuyor?

Dünyamızdaki ısının kaynağı güneş olduğuna göre ve bir dağın tepesi güneşe daha yakın iken orada hava niçin daha soğuk oluyor? Öncelikle şunu söyleyelim ki, güneş ile dünya arasındaki mesafeyi düşünürsek, bir dağın tepesine çıkmakla bu mesafedeki azalış çok önemsiz kalır.

Güneş dünyamızdan 149,5 milyon kilometre uzakta iken dünyamızdaki en yüksek dağın yüksekliği 9 kilometreyi bile bulmaz.

(Everest: 8.846 metre) Biz zaten her gün evimizde otururken dünyanın kendi çevresinde dönmesinden dolayı, dünyanın çapı kadar, güneşe 12 bin kilometre yaklaşıp uzaklaşıyoruz.

Elips şeklindeki yörüngesinde dünya güneşin etrafında dönerken güneşe en fazla yaklaştığı mesafe 147 milyon, en uzaklaştığı mesafe ise 152 milyon kilometredir.

Yani dünya zaten bir yıl içinde güneşe 5 milyon kilometre yaklaşıp uzaklaşmaktadır.

Bu durum dünyamızdaki ısıyı pek etkilemez, mühim olan ışınların dik gelmesidir.

Güneşin dünyamızda yarattığı sıcaklık, ışınlarının yeryüzünden yansıması ile olur.

Ondan sonra yükseldikçe nemli havada her bir kilometrede yaklaşık 6-7 derece düşer.

Yani Everest'in dibi ile tepesi arasında 50 dereceden fazla sıcaklık farkı olması doğal.

Bu sıcaklık düşüşü atmosferin birinci katmanına kadar böyle sürüyor.

Yani yeryüzünde ısı 25 derece iken 11 kilometre tepemizde -50 dereceye kadar düşüyor.

Bundan sonra sıcaklık değişiminin akıl almaz dansı başlıyor.

Atmosferin ikinci tabakası olan ve içinde ozon tabakası da bulunan 11.ve 48.kilometreler arasında hava ısısı bu sefer tam tersi yükseldikçe artıyor, tekrar sıfır dereceye kadar çıkıyor.

48.kilometreyi geçip 3.tabakaya girince ta 88.kilometreye gelene kadar tekrar düşüşe geçiyor.

Bu tabakanın sonunda, yani 88.kilometrede -80 derecelere kadar düşüyor.

Bundan sonra da sürekli yükselişe geçerek güneşe yaklaştıkça artıyor.

Güneşin yüzeyinden 2 milyon derece sıcaklıkla çıkan ışığın 149,5 kilometre yol kat ettikten sonra dünyamız yüzeyine yaşayabileceğimiz bir ortamı yaratacak şekilde bu kadar ince ayarla gelmesi hakikaten inanılmaz.

Yeryüzünde ısınan havanın yükseldiği doğrudur, ama hava bu enerjisini yükselirken harcar ve dağın tepesine ulaştığında çevre hava ısısı ile aynı ısı derecesine gelir.

Dağ tepelerinin soğuk olmasının bir başka nedeni dağ yüzeylerinin şekilleri dolayısıyla güneş ışıklarım dik alamamalarıdır.

Bu nedenle dağların etekleri bile serin olur, burada ısınıp yükselen bir hava tabakası bile oluşamaz.

Ayrıca dağdaki kayalarla birlikte kar ve buz da güneş ışınlarını fazla emmez ve çoğunu yansıtırlar.

Yeryüzünün ısınmasında bulutlar da önemli rol oynarlar.

Dikkat ederseniz bulutsuz geceler, bulutlu gecelerden daha soğuktur.

Çünkü bulutlar yerden gelen ısıyı tekrar yere yansıtırlar.

Dağ zirvelerinde ise ne bu sıcaklığı yere tekrar yansıtacak bulut vardır, ne de onu tutacak yoğunlukta atmosfer.

Facebook Twitthis Furl

Siyonizmin Dünya Siyasetine Etkileri

1897 Yılı İsvicre`nin Bazel kentide yapılan ilk Dünya Siyonist Konğresi (World Zionist Organization- WZO) Yahudilerin geleceğini tayin etmesi bakımından önemli ve Yahudi tarihinin dönüm noktasını teşkil eder. Bu konğrede alınan kararlar asağıdaki gibi özetleyecek olursak, Ortadoğu da uygulanan politakaların hangi amaca yönelik olduğu konusunda fikir edinmiş oluruz.

Haham Reichorn`un, 1869 senesinde Prag`da Simon Ben`in Yehuda`nın mezarı başında okuduğu nutuk, 1897 yılında İsvicre`nin Bazel kentinde Theodor Heriz`in başkanlığında toplanan, ilk Siyonizm kongresinde, Museviliğin doktorini olarak kabul ediliyor. Kongrede Allah`ın İsrail hükemasına vaadettiği, dünya hakimiyeti davasından kasıt edilen terakki ve Hıristiyanlara karşı kazanılan zaferler dile getiriliyor. Filistinde kurulması planlanan yahudi devletine hizmet için ant içiliyor. Başlıca bankalar, bütün dünya borsaları, bütün kredi kaynakları ve altının Yahudilerin elinde bulunmasının önemine değiniliyor. Önemli ve büyük kuvvetlerden kabul edilen basın, matbuat, tiyatro, sinema ve buna benzer tüm sanat dalları elimizde ve bizim kontrolümüzde bulunmalıdır deniyor. Demokratik rejimi övmek suretiyle, Hıristiyanları siyasi partilere ayırarak, milli birlikleri bozulup, aralarına nifak sokulmasının önemine işaret ediliyor. Sosyal adalet ve eşitlik adına köylüler kışkırtılarak, büyük çiftliklerin parçalanması isteniyor. Toprak sahibi köylülere yüksek faizle krediler verilerek, topraklar ipotek edilip, gayrimenkül edinilmesi tavsiye ediliyor. Altını kasalara çekerek, kağıt paranının piyasaya sürülmesi ve para değerinin Yahudilerce belirlemesi isteniyor. İşçilere yüksek ücret vaad ederek, bir taraftanda da zaruri ihtiyaç maddelerinin fiyatlari yükseltilip, daha çok gelir elde edilmesi planlanıyor.

İç huzuru bozacak ihtilaller tasarlanması, papazların rencide edilmesi, kiliseyle halk arasına ayrılık ve nifak sokulması tavsiye ediliyor. Bütün önemli mevkilere adamlar yerleştirilerek, Musevi olmayanlara avukat ve doktor tedariki öneriliyor. Bilhassa neşriyat ve tedrisatı istismar ederek, Museviliğe hizmet eden fikirler neşredilip, propoğanda tavsiye ediliyor. Erkek ve kızların Hıristiyanlarla evlenmelerine mani olunmaması fakat, kendi külütür ve manevi değerlerine bağlı kalınması öneriliyor. İktisadi hayatı kontrol altına alarak, siyaset ve örf üzerinde büyük tesirler gösterecek hürriyet fikrinin yayılması isteniyor. İhtiyaç halinde, gizli faaliyetler yaparak, hareket planı ve konak yeri saklanan, gizli istikbarat gücü kurulması isteniyor.( MOSAD kuruluyor ) Hükümet ve devlet adamlarına kanca atarak onları ve siyasti yönlendirip tahakküm altına alınması isteniyor. Her tarafta ayrılıkçı, terörist hareketlere destek verilmsine karar veriliyor. Filistin topraklarında Yahudi bir devlet kurulması için, her şeyin feda edileceğine dair yemin edilip, konğrelerin devamına karar kılınıyor. Bildiğim kadarıyla 1897 den 2004 yılına kadar geçen süre için de 40 kadar kongre icra edilmiştir.

Dünya Tarihinde benzeri görülmemiş bir metodla, DEVLET kuruluşunu gerçekleştiren bu konğrelerde alınan kararlar halen uygulanmaktadı r. Dünya hakimiyeti davalarına giden yolda, önlerine çıkan tüm engelleri bertaraf edecek, her yol ve her vasıta Yahudilerce mübah ve sevap sayılmaktadır. Başka dinler ve kültürler tarafından yapılması günah sayılan bütün eylem ve davranışları, siyonistler sevap olarak kabul ederler. Yalan söylemek, Yahudi olmayanları öldürmek, hırsızlık, iftira, ırza tecavüz, kadın ticareti vb ahlak ve vicdanın kabul etmediği fiilleri işlemek siyonizme hizmet olarak kabul gören iyi amel olarak değerlendirilir. Cihan tahtına oturmalarını sağlayacak olan mali oyunlar, borsalar ve bankaların kontrolünü ellerinde tutmak onlar için hayatı öneme haizdir.

Yukarıda ana hatlarıyla anlatmaya çalıştığım konğrelerde kabul edilen ilkeler yavaş, yavaş hayata geçirilerek, günümüz insanlığının başına bela olan terörist İsrail devleti yoktan var edilmistir. 1 ve 2. Konğrelerde alınan kararları yukarıda olduğu gibi özetledikten sonra, gelecek bölümlerde konğrelerde alınan onemli kararlara değinerek yazı dizimizi devam ettiremeye çalısacağım.

II. Bölüm
15-18.Agustos1898` Isviçre`nin Bazel kentinde toplanan 3. konğrede Theoder Heriz` konusmasına: 18.Ekim.1898 Istanbul ve 2.Kasım.1898` de Kudüste Alman İmparatoru Wilhelm`le yaptığı görüşmeyi anlatarak başlar. Siyonizmin devlet başkanları seviyesinde ilgi görmesinin önemine işaret ederek, hazırladığı rapuru üyelere sunar. Aynı raporda o günlerde Romanyada Yahudilere yapılan baskılar dile getirilir, Romanya yahudilerinin bir kısmının Kudüse göç ettirilmesini ister. Kudüse göç edenlerin istihdamı ve ekonomik durumlarının iyileştirilmesi için Londrada ANGLO PALASTIN adında bir şirket kurulması karara bağlanır. 1902`de Londra`da kurulan bu şirketin adı BANK L`UMI olarak değiştirilip merkezi Tel-Avive taşınır ve halen aynı isimde bir Banka olarak faliyetini sürdürmektedir.

26-30.Aralık. 1901 yine Bazelde 4. kongre toplanır. Heriz konuşmasına 15.5.1901 de İstanbul da Yıldız Sarayında Sultan II.Abdulhamit` le yaptığı görüşmeyi ve kolonilerin faaliyetlerini anlatarak söze başlar. Filistin`deki iskan çalismaları için 250.000-bin dolarlık bütce ister. Theodor Heriz, Yıldız Sarayında II. Abdulhamit`e İspanyadan kovulan Yahudilerin Osmanlı memleketlerine kabul edilmesinden duyduğu şükranı ifade ederek sıkıntılarını anlatır. Sultan`a Osmanlı idaresinde bulunan Filistin`de Yahudilere mülk edinme hakkı tanıdığı taktirde, Osmanlı Devletinin tüm dış borçlarını ödeyeceklerini, Avrupa kamu oyunu padişah lehine çevirip ve o sırada devleti meşgul eden Ermeni meselesinde yardım edebileceklerini söyler. Sultan Heriz`i dinledikten sonra onu uyararak her hangi bir işe karışmaması tavsiyesinde bulunup, teklifini reddeder. Bu dönemde Filistine yerleşmek isteyen Yahudilere ciddi bir kısıtlama sözkonusudur. II.Abdulhamitten yüz bulamayan Heriz, vakit kaybetmeden içte ve dışta Sultanın aleyhinde kampanya başlatarak, Ermenileri kışkırtıp 1905 `de başarısızlıkla sonuçlanan suikast girişimini örgütler. Suikast girişiminden sağ kurtulan II. Abdulhamit, Siyonizmin karanlık güçlerle girdiği politik işbirliği kanalıyıla 1909` da, Jön Türkler vasıtasıyla tahttan indirilir, İttihat ve Terakki iktidara getirilir. Böylece Filistine yerleşmede karşılaşılan sıkıntı da giderilmiş olur.

Yahudilerin Filistine yerleşmelerinden yana siyaset izleyen İngiliz devlet admı ve aynı zamanda başbakanlıkta yapan Josheph Chamberlain, Uganda veya Dogu Afrikada geçici, otonom bir Yahudi idaresine sıcak bakar ve Ugandayı tamamen onlara vermeyi teklif eder. Siyonistler Filistinde ısrar ederek teklifi geri çevirmişlerdir. Yahudilerce baş tacı edilen Chamberlain Yahudi yanlısı tutumuyla, Balfour deklerasyonunun ilanına sebep olan ortamı hazırlayan kişidir.

1-14.Eylül.1921 Karlsbad Cekoslovakya Araya 1. Dünya harbininde girmiş olmasından dolayı 7. Siyonist konğresi tehirli toplanır. Gündemin en önemli maddesi 2.11.1917`de İngiliz diş işleri bakanı sıfatıyla Arthur James Balfour imzasıyla, Yahudi banker Lord Rotchil`e yazılmış, Yahudilere Filistin de bir devlet vaadeden Belfour deklersyonu, gündemin ana maddesidir. Bu deklerasyon Siyonist hareketin başarı ve dönüm noktası olmuştur. Konğrede tartışılan gündem maddelerinden kısa bilgiler vercek olursak.
a) Belfour Deklerasyonu.
b) Filistinin Türklerden alınıp İngiliz işgaline uğramasını sağlamak.
c) Rusyada desteklenen “Bol Şevik“ ihtilalinin başarılı olmasında yardımcı okmak.
d) Ukraynada Yahudiler aleyhine yürütülen kitle hareketleri
e) 1920`de Londrada kurulan “Keren Hayesod“ adlı finansman şirketinin sağladığı mali destek.
f) Siyonist harekatin Amerikada geliştirilip güçlendirilmesi.
g) İngilizler tarafindan Filistinde kurulan manda idaresiyle ilişkiler.
h) Kudüste İbranice dili ile eğitim yapan Üniverste kurulması fikri.
i) Filistinde kurulan yahudi ajansı ( JEWISH AGENCY ) faaliyetleri ( bugünkü MOSAD )

Savaş sonrası durum ve Balfour deklerasyonun sağladığı destekle, Almanyada bulunan hareket merkezi İngiltereye taşınarak, İngiltere Siyonist harekatın kalbi sıfatını kazanmıştır. Fakat daha sonraları İngilizlerin, Filistinde kurduklari manda idaresiyle Yahudilerin arası açılmıstır. Manda idaresi giderek sertleşen tutum izlesede koloniler için bazı kararlar almıştır. Kongre başkanı Chaim Weizman İngilizlerin tutumunu eleştirmiş olsada eleştiriye karşı çıkan gurup, İngilizlerin desteği olmaksızın hiç bir başarı sağlanamayacağı ve İngilizlerle ilişkilerin acilen düzeltilmesi gerketigini savunarak, ilişkilerin düzeltilmesi için karar aldırtmıştır.

Mayıs 1936`da İngiliz Hükümetinin, Viscount Peel başkanlığında kurduğu bir komisyon, Filistinli arapların Yahudilere karşı saldırılarını önlemek için, Filistinin bir bölümünde Yahudi devletinin ilan edilmesine sıcak bakmışlardır. Siyonistler ise, Filistinin Tamamı dahil, Ürdünü de (Transjorden) içine alan bir devlette ısrar ettiler. Yaklaşan II. Dünya harbi nedeniyle, İngilizler Yahidilerle ilişkilerinde biraz mesafeli durarak, işgal altında bulunan Filistine olan göçe sınırlama getirmişlerdir. Diğer taraftan Amerikada Siyonis hareket II. Cihan harbi esnasında iyice güçlenerek, hükümet ve devlet adamlarına tesir edeblimiştir. 1942`de Niwyork`ta yapılan Siyonist Konferansta, Amerikanın desteğini sağladıkları için, İngilizlerin Filistin Topraklarını dört `konton` a ayırma (Yahudi-Arap – Kudus-Negev) planını kabul etmediler. II. Dünya harbinde, Nazilere karşı müttefiklerle ittifak eden Siyonistler, Almanyanın destkeledigi Filistin Araplarına karşı savaşarak, tekrardan İngilizlerin desteğini sağlamış oldular. Harbin sonu bir anlamda Filistinde, İngiliz-Yahudi- Arap hesaplaşmasının başlangıcı olmuştur.

III. Bölüm
II. Dünya Harbinden sonra 22. konğre 9-24.Aralık.1946 Bazel-İsvicre de tekrar toplanır. Nazilerin Yahudi soykırımı ve durum değerlendirmesi yapılır. Konğre de İngilizlerin, Filistin de dört konton, federatif yapılanma fikri olan Marrison – Grady Planı rededilir. Siyonist başkan Weizman, Amerikan başkanı Harry Truman`ın yahudilere olan desteğine güvendiği için, yıllarca kullandıkları İnglizlere karşı çıkar ve teklifi kabul etmez. Federasyon değil bağımsız devlet taleplerinde ısrar eder.

1897 Bazel`de kuruluşu ilan edilen Yahudi devletinin adım, adım ilerleme kat ettiği önemli tarihleri şu şekilde verebiliriz. 1917 Balfour deklarasyonu, 1922 “Manda idaresi“, 1947`de devletin adının İsrail olarak ilanı, 14.Mayıs 1948 İsrail Devletinin kuruluşu tarihin dönüm noktasıdır. 1949 ise “Ayıbalığı Avı“nın sonu olan İSRAİL Devletinin Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edildiği tarihtir. Bugün dünyada tek örnek olan şeriat düzeniyle yönetilen totaliter bir devlet, birleşik devletler eliyle kurulmuş olur.

İsrail Devletinin ilk başbakanı olan Ben Gurion, II. Abdulhamit idaresine karşı, içerideki azınlıkları örgütleyen, İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu çok iyi Türkçe konuşun başbakandı. Ayrıca İsrail`in ikinci Cumhurbaşkını olan, Ben Zwi de Ermeni ve diğer azınlıkları örgütleyip kışkırtanlardan birisidir. Yahudi devletinin kurulmasında en büyük engel Osmanlı İmparatorluğu olduğu için, bu engel bir şekilde bertaraf edilmeliydi. Bu amaçla 13.5.1901 de II Abdulhamit le mutabakat sağlayamayınca, o tarihten sonra Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı için sürdürülen yoğun faliyetleri, Ben Gurion ve Ben Zwi organize etmişlerdir. Bu iki zat, Osmanlının gerçek cellatlarıdırlar.

Siyonizm Hareketi, İsrail Devleti kurulduktan sonra ilki 14-30.Agustos. 1951` de olmak üzre, 23 ten 30`a kadar olan konğrelerini Kudüs`de yapımıştır. Bu konğrelerde alınan kararlar bugün İsrail`in yürüttüğü politikaların esasını oluşturur. Konğrelerde alınan en öncelikli kararlar arasında, İsrail devletinin, Siyonist faliyetleri gevşetmemesi oluyordu. Ve yine bütün cihanı bu güne kadar idare eden, büyük bilgin ve önderlerin tuttukları yoldan ayrılmadan “Nusha-i Kübra“ hedefimiz olmalıdır deniyordu. Siyon önderlerinin dünya siyasetinden hiç bir zaman elinizi çekmeyiniz uyarısını dikate alarak, “Görünmeyen Güç“ olmaya devam etmeliyiz deniyordu. Çünkü “Görülmeyen Gücü“ hiç kimsenin yıkamayacağı, hiçlikten yaratılan İsrail devletinin nihai hedef olamadığı, Allah’ın yeryüzünde bize vaadettiği cihan hakimiyeti davasına koşarak gidelim deniyor ve bazı kararlar alınıyordu.
a) Yahudi halkinin İsrail merkez olmak şartıyla birliği ve bütünülüğü.
b) İsrail`in devlet olarak varlığının devamı ve kuvvetlendirilmesi.
c) Kendi Aramızda Peygamber idealleri ve adaletinin temeline dayalı bir sulh uygulanması.
d) İsaril e Yahudi göçünün hızlandırmak ve yeterli durma getirmek.
e) Yahudilerin İbranice öğrenmelerini teşvik ve temin etmek.
f) Yahudi halkının eğitiminin İbrani Dili ile yapılması.
g)Yahudi ruhu ve kütlür değerlerinin korunarak hakların her yerde muafaza edilmesi karara balanıyor.

1982 Kasımında Kudüs te yapılan 30. Dünya Siyonist Konğresinde, başkan Arye L. Dulzin bütün sıkıntılara rağmen savunmadan ve entellektüel faaliyetlerden vazgeçmemelerini tavsiye ediyor. Sabır ve tahammülün başarıyı sağlayan en etkili silah olduğunu hatırlatıyor. Dulzin, İsrail devletinin durum ve tutumunun “Diaspora“daki ( İsrail sınırları dışındaki Yahudilre DİASPORA denir) Yahudilerin durumuna sirayet edeceği gorüşünden hareketle, “Isail siyonist ve moralist oldukça, dışardaki Yahudiler de Siyonist kalacaklar, moral ve ruhi yönden gelişeçekler“ diyor ve bundan sonraki konğrelerin, İsril dışında yaşayan Yahudilerin bulunduğu ülkelerde yapılmasını tavsiye ediyor ve 31. konğrenin Viyanada yapılması kararlaştırılıyordu.

İsrail`in yeni hedefleri askeri ve siyasi organizasyonla ilgilidir. Bu bakimdan İsrail dışında bulunan Yahudilere, Siyonist politik hareketleri için görevler veriliyor. Dışarıda bulunan Yhudilerin bu hizmetleri, İsaril için hayati önem taşiyor. Siyonizm davası Yahudiliğe kendi kaderini, kendisine çizdiren ve onu başkalarının elinde piyon olmaktan kurtaran bir hareket olarak değerlendirilmelidir. Fakat bütün bunlarla berarber, Siyonizm henüz hedefine varmış olarak görülmüyor. Siyonizim İsrailin kuruluşunda öncül olduğundan hareketle Yahudi milletinin kendine olan güvenini sağladı deniyor.

19. Asrın ortalarında Theodor Heriz`in önderliğinde siyasi olarak başlatılan Siyonist hareket, 1948 `de bugün dünyanın başına bela olan “Terör Devletini“ İsraili doğurmustur. Bir asır öncesinden bankaların, borsaların, kredilerin, basının, tiyatroların kendi denetimleri altında olduğunu idda eden Siyonizm; Şimdi de bütün dünyanın kaderinin kendi ellerinde olduğunu idda edecek kadar küstahlaşmıştır. Güç ve cesaretini rüşvet, entrika, terör ve tehditlerle ısbat eden ve böylece millet ve devletleri sindirme yollarına başvuran Siyonistler, her zaman, her yerde insanlığı aldatarak, masum ve mazlum millet olduklarını beceriyle kabul ettirmişlerdir. Gaye için her vasıtayı mubah gören Yahudilik, bazan komünist, bazan liberal, bazan demokrat, bazan kıralcı ve bazanda cumhuriyetçi olabilmiştir. Fakat o her zaman ajan, muhbir, casus ve provakatör olarak, günümüzde de faaliyetlerini sürdürmektedir. Amerikanın eski başkanı Bill Clinten gerçek tehlikeyi bildiği için, gelişen olaylarda dikkatlerin Yahudi oyunları üzerine odaklanmasına çalışmıştır.

Peygamberleri öldüren ve Allah ( cc ) tarafındanda lanetlenmış kavim olan İsrail ogulları, Hıristiyan ve İslam dünyasını güçsüz bırakmak için, aralarına mesep fitnesi sokarak önce ümmet birliğini bozmuştur. Yer yüzünün dini inançlar üzerine kurulu tek Yahudi Şeriat devleti İsrail dir. M.S. 70 de Yahudileri Filistinden çıkaran general Tutis ve Hıristiyanlardan tarihi intikamını almış vede Hıristiyanları n sempatisini kazanmıştır. İsrail devletinin ideolojisi kin, öfke ve nefret üzerine kurulu felsefeler içermektedir. Hıristiyanlardan sonra sıra araplar ve müslümanlara gelmiştir. Bu konuda iki düşmanı birbirine kırdırarak intikam paronoyasını tatmin etmek istemektedir. Önce araplar arasında birliği bozarak, Filistine gelmesi muhtemel yardımların önünü kesmiştir. Mısır örneğinde olduğu gibi, arap alemi ve İslam ülkeleriyle diplomatik ilişkiler kurmayı`da başarmıştır. İsrail bolgede sürekli huzursuzluk üreterek Lübnan da aynı ırktan olan Araplarla Hıristiyan Müslüman çatışmasının provasnı yapmıştır. Hiç bir amaca yönelik olmayan İran, Irak savaşını tezgahlayıp Şia, Sunni çatışması yaratarak İslam birliğini parçalamıştır. En tehlikeli gördügü beyinsiz Saddamı, ajanları vasıtasıyla kışkırtarak Arap dünyasının Tek Lideri olarak doldurup, Kuveyti işagal ettirip, bölgede oluşan huzursuzluk ve istikrarsızlık ortamından her firsatta faydalanmasını bilmiştir.

Siyonizmin dünya siyaseti üzerindeki kanlı eli bilinmesine rağmen ne Birleşmiş Milletler, nede başka bir kuruluş hesap sorma cesaretini gösterememiştir. Aksine Yahudiler yurtlarından ve İspanya gibi ülkelerden sürülerek, Nazi zulmüne maruz kalan mazlum millet olarak kabul edilirler. Hiç bir kimse çıkıpta bukadar masum bir millet olsaydınız gittiğiniz ülkelerden sürülmez, himaye görürdünüz diye sormamıstır. Bence Siyonistlerin dünyada çevirdikleri entrikaları bilip sesiz kalan liderler, onlara olan sempatilerinden değil, korkularından dolayı sesiz kalmaktadırlar. Çünkü bugün dünyanın en güçlü lobisi Yahudi lobisidir. Kimi liderleri ya para karşılığında satın almışlar, yada tehdit ve santajla kendilerine boyun eğdirmektedirler.

IV. Bölüm
Yakın Tarihe bugüne dönecek olursak dünyada Müslümanlar ve İslam aleyhinde yürütülen kampanyaların altında da Siyonist hareket bulunmaktadır. Uluslararası camiada İslamın prestijini sarsarak, İslamla terör özdeşleştirilmek istenmektedir. 11-Eylül hadisesine dönecek olursak, öylesine çaplı bir olayı, zora gelince başını deve kuşu gibi kuma gömen entarili Bin Ladin`le dört sümüklü arabın organize edeceği bir iş olmadığını dünya alem bilmektedir. 11-Eylül hakkında oluşan kanaat CIA veya MOSAD`ın parmağı olmaksızın böylesi büyük çapta bir organizenin yapılamayacağıdır. Al Kaide neden can düşmanı kabul ettikleri Yahudilere ayit işyerlerine, İsaril hedeflerine, elçilik veya temsilciliklere saldırıda bulunmuyor? İsrail hedeflerinin cok iyi korunduğu idda edilecek olursa en az Pentagon kadar iyi korunduğu kabul edileblir. İnsanın Bin Ladin ve Kanlı örgütünüde Siyonistlerin yönlendirdirdiği ihtimalini düşünesi geliyor. 11-Eylül ve sonrasında teröristlerin saldırılarına maruz kalan ülkelere baklırsa, daha çok Yahudilerin intikam almak veya İslam fobisi yaratmak istediği ülkeler hedef alınmaktadır, İspanya örneğinde olduğu gibi.

Son Danimarka olayı ve Bill Clinton`ın mesajina dönecek olursak, kontrolden çıkma ihtimali yüksek olan tepkilerin önlenmesi için Danimarkanın takındığı tavır anlaşılır gibi değil. Basın ve ifade özgürlüğü arkasına sığınarak, kendini beğenmiş bir tavırla, 1.5 Milyar Müslümanın duyarlılığını görmemezlikten gelmenin altında başka neden aramak lazım gelir. İdda edildiği gibi gerçekten basın özgürlüğüne saygı duyluluyorsa, karikatürleri yayınlayan, Jyllands Posten gazetesinin olaylara sebep olan kültür müdürü Filemming Rose` nin işine neden son veriliyor? Aslında Flemming Rose de kendisini piyon olarak kullananlara imalı bir mesaj vererek, görevini tam olarak yerine getirmediğini, işinden ayrılmadan, gider ayak, İran`ın Yahudilere uyguladığı idda edilen soykırımı karikatürize edip işten ayrılmak istiyor. F. Rose neden sorumsuz davranıyor? Yahudi hayranı bir kişi olarakmı? hatırı sayılır para aldığı içinmi?, yoksa kendisi Yahudi olup davasına hizmet etmek içinmi karikatürleri yayımladi? Aslına bakılırsa Bill Clinton gibi F. Rose`da, gizlilik ve ima içerikli bir mesajla adresi açıkladı. F. Rose`nin Yahudilerle olan ilişkisi iyice araştırılıp ortaya çıkarılmadıça konu aydınlanamaz.

Eski başkan Mr. Clinton`ın Arafatı muhatap alıp, İsrail, Filistin sorununu barışcı yollardan çözme girişimi Siyonistleri hosnut etmemiştir. Başkanı istedikleri gibi etki alanına alamayan Siyonistler, onu para karşılığın da satın alamadıkları gibi, Mr Clinton tehditleri de ciddiye almayıp, inandığı istikamette yola devam ettiğini düşünüyorum. Mr. Clinton dönemi Sovyet blokunun parçalanma sürecine tesadüf etmesine rağmen, Balkanlar hariç genelde sakin bir dönem geçirildi. Bence sözkonusu sukünette Bil Clinton`in dünya görüşü ve siyaseti önemli rol oynamıştır. Fakat Yahudi bu, boş dururmu Monica Lewinsky`i Clinten`ın sadece oval ofisine değil, yatağına kadar sokarak, başkanı küçük düşürme koplosundanda ıstediği sonucu alamamıştır. Bil Clinton taşıdığı sorumluluk gereği, kariyerine etki edecek ve dünyanın gözünde küçük düşürme komplosuna rağmen, taviz vermedi mahkemede hesap vermeyi tercih etti. Bill Clinton umarım Siyonist ve Yahudi oyunlarına cesaretle karşı koyabilen güçlü ve cesur bir lider olarak tarihte ki müstesna yerini alıp, hafızalarda kalacaktır.

Danimarka başbakanı Rasmussen’i ne gibi bir komployla satın aldılar tesbit etmek çok zor görünüyor. İfade ve basın özgürlüğü kisvesine sığınarak, ülkesinin hem ekonomik ve hem de dış itibarını zedeleyen gelişmeler karşısında sorumsuz davranabilmekte. Bill Clinton`dan farklı olarak kendisi ve ailesinin hayatı sözkonusu olabilirmi bilemem. Rasmussen`in bu kadar sorumsuzca yaklaşımını, aşırı dindarlık, yada Yahudi hayranlığı gibi sebeplere bağlamak, çok basit ve gerçekçi bir gerekçe olarak görünmüyor bana.

Kanaatime göre çagımızda anti Siyonizm ve anti Semitizm`in en sönük devrini yaşadığı bu dönemde, Hıristiyan ve Müslümanlar arasında vuku bulacak bir çatışma ve gerginlik, en çok Yahudilerin işine yarayacaktır. Siyonistler oluşacak fırsatları çok iyi değerlendirerek, dünya hakimiyeti davalarına daha kolay zemin hazırlayacaklardı r. Oynanan oyunun gayesi, Siyonist harekete düşman olarak gördükleri iki dini, Hıristiyanlık ve İslamı birbirine kırdırarak zayıf ve etkisiz hale getirmektir.

Hıristiyan ve Müslümanlar olaylara aklı selime uyun hareket ederek, Siyonist oyunlarını bozarak, sorunları dialoğ içinde çözmelidirler. Yakıp yıkmak, kırıp dökmek, dünya barışını tehlikeye sokmaktan başka, Yahudilerin ekmeğine kaymak ve bal sürmek olur. Yapılması gereken, bütün bu olaylarda İsrail`in oynadığı rol açığa çıkartılarak, İsrail`in yeryüzünün şeriatla yönetilen tek terorsit devleti olduğunu bilmek ve 10.Kasım.1975 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararı ile, Siyonizmin bir çeşit ırkçılık ve ırk ayrımı politakaları savunduğu için 3379 sayılı kararla Siyonizmi ırkçı olarak nitelendirmiş olduğu gerceğini dikkate alarak ilişkiler geliştirilmelidir. .. SON

Metin YAZAREL

Kaynaklar:
Nature of Anti-semitism History of Jewihs in Engeland.
The Politics of Anti-semitism by Alexander Cockburn.
The Case Against Israel by Michael Neumann.
They Dare to Speak Out People and Institutions Confront Israel ’s Lobby by Paul Findley.
The Holocauts Industry: Reflections on the Exploitation Of Jewish Suffering, New Edition by Norman G. Finkelstein.
The Israeli Holocaust Against the Palestinians by Michael A. Hoffman.

Metin YAZAREL  Tarih : 18.07.2008

Facebook Twitthis Furl

Yalan makinesi nasıl çalışır?

Televizyondan veya gazetelerden, bizde pek olmasa da ABD'de polis sorgulamalarında gerektiğinde bir sanığın yalan makinesine bağlanarak, doğruyu söyleyip söylemediğinin kontrol edildiğini görmüş veya okumuşsunuzdur.

Hatta ABD'de FBI veya CIA gibi çok önemli devlet görevlerine alınmaya aday memurlara da bu test uygulanmaktadır.

Tolygraph' denilen bir alet ile sanığa 4-6 adet sensör bağlanır.

Bu sensörlerden gelen çeşitli sinyaller, dönmekte olan bir kağıdın üzerine grafik olarak kaydedilir.

Bu sensörlerle sanığın,

- Nefes alış hızı.

- Nabzı.

- Kan basıncı (tansiyonu).

- Terleme miktarı.

kayda alınır.

Bazı yalan makinelerinde kol ve bacak hareketleri de kaydedilir.

Yalan makinesi testi başladığında, sanığa önce 3 veya 4 basit soru sorulur.

Bu şekilde sanığın verdiği sinyallerin düzeni öğrenilir.

Daha sonra gerçek sorular sorulmaya başlanılır ve sinyaller kayda alınmaya devam edilir.

Test süresince ve sonrasında bir uzman grafikleri sürekli.

kontrol altında tutarak, hangi sorularda sinyallerin değiştiğini tespit eder.

Kalp atışının hızının artması, tansiyonun yükselmesi ve terleme genellikle yalan söylemenin belirtileridir.

İyi eğitilmiş bir uzman grafiklere bakınca nerede yalan söylendiğini derhal anlayabilir.

Her şeye rağmen, insanların soruları yorumlamaları ve tepkileri farklı olduğundan, yalan söylerken farklı davranabildikle-rinden, bu test mükemmele ulaşmış değildir, bazen yanıltıcı olabilir ve kesin delil kabul edilmez.

Facebook Twitthis Furl

Somali bu günlere nasıl geldi?

IMF'ye bağımlılık ve iç savaş, Somali'yi bitirdi
Günlerdir içimizi parçalayan Somali görüntülerinin altında yıllardır devam eden bir iç savaş ve ülke ekonomisini mahveden IMF'in katı uygulamaları yatıyor. Son 60 yılın en kurak dönemini yaşayan Somali zengin petrol ve maden kaynakları, verimli toprakları ve arazileri ile dikkat çekerken, ülkenin çökmüş mali yapısının arkasında Dünya Bankası'nın uygulamaları var.


Dünyayı sarsan Somali'deki açlık görüntülerinin altında yıllardır devam eden iç savaş ve ülke ekonomisini mahveden IMF'nin katı uygulamaları var. Her ne kadar son 60 yılın en kurak dönemini yaşıyorsa da, aslında zengin petrol ve maden kaynakları, verimli toprakları ve tarım arazileri ile dikkat çeken bir ülke Somali. Ancak 1980'lerde IMF ve Dünya Bankası'nın tavsiyeleri, ülkenin malî yapısını çökertti. Ardından gelen iç savaş da yıkımın tuzu biberi oldu ve ülkedeki kaynakların kullanılması engellendi. Uzmanlara göre, Somali, sömürge devletlerinin vazgeçilmez sonunu yaşıyor.

19. yüzyıldan beri İngiltere, Almanya ve Portekiz'in sömürge ve hâkimiyet sahası haline gelen Somali, 1885'te İtalyan hâkimiyetine girdi. 1885'ten 1927 yılına kadar ülke topraklarını işgal altında tutan İtalya, ülkenin ismini 'İtalyan Somalisi' olarak değiştirecek kadar ileri gitti. Bu sırada ülkenin kuzeyinde ise İngiliz hâkimiyeti sürmeye devam etti.

Ülke yönetiminin sürekli el değiştirmesi, tarım ve ekonomide yapılan ciddi yatırımların da başarısız olmasına neden oldu. 1960'ta bağımsızlığını kazanan Somali, 20. yüzyılda da bir türlü savaşlardan başını kaldıramadı. Önemli petrol kaynakları olan ülke, stratejik konumu nedeniyle Soğuk Savaş sırasında taraf olmak zorunda kaldı. Hem ABD hem de Sovyet Birliği, Somali aracılığıyla Basra Körfezi'nden geçen petrol kaynaklarını kontrol etmek istedi. Bu nedenle Somali önce Rusların yanında yer aldı ancak sonra iki ülkenin arası açılınca ABD tarafına geçti. Bu dönemde uluslararası petrol firmaları ülkenin kaynaklarını cömertçe kullanmaya başladı.

1970'lerde ara sıra kuraklık yaşansa da, Somali açlıkla hiç bugünkü kadar yüz yüze gelmemişti. Ekonomik olarak zengin bir tarihi bulunan ülke, aynı zamanda verimli tarım alanlarına sahipti. Merkezî sulamayla yapılan çiftçiliğin yanı sıra hayvancılık yapılan alanları vardı. Kendi yiyeceğini üreten ve ürettiği kendine yeten ülke, devletin çöküşüyle açlıkla da tanıştı. 1980'lerde Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın aldığı tedbirler, Somali tarımını bitirerek, ülkeyi dışa bağlı hale getirdi. Sonrasında Somali devalüasyonların sistematik hale geldiği, ithal tahıla bağımlı, 'IMF uyum programına' zincirli bir ülke oldu.

1991'de ülkenin kuzey ve güneyindeki aşiretler ayaklanarak, Muhamed Siad Barre yönetimini devirdiler. Ardından ülkenin kuzeyi "Somaliland" ismi ile bağımsızlığını ilan etti. Böylece yıllarca devam edecek iç savaş başlamış oldu. Bu süreçte uluslararası finans kuruluşları hükümeti devrik, iç savaşla boğuşan bu ülkenin bitişini geriden izlemekle yetindi. Böylece verimli toprakları, zengin petrol kaynakları, balıkçılık imkânı ve yağış alan bölgeleri olmasına rağmen, Somali açlık ve ölümle pençeleşmeye başladı. Hükümetin tarıma yaptığı yatırım gücü azalınca, üretim altyapısı da çöktü. Tarım toplumu olmasına rağmen, halk gelen hazır gıda ve yiyecek yardımları nedeniyle çiftçiliği bıraktı. En iyi tarım alanları bürokratlara, ordu mensuplarına ve hükümetle bağlantısı olan tüccarlara tahsis edildi.

Şebab, bölgeyi insanî felakete sürükledi

Ülkedeki iç savaş 2006'da El Kaide ile bağlantılı Şebab örgütünün, saldırıları artırarak başkent Mogadişu dâhil ülkenin güneyini kontrol altına almasıyla farklı bir boyut kazandı. 2009'da sahil şeridine yerleşen örgüt, baraj ve gölet inşasının yanı sıra balıkçılığı da engellemeye başladı. Örgüt 2009'da, "casuslara yataklık yapabileceği ve İslamî olmayan yaşam tarzını teşvik edebileceği" gerekçesiyle kontrolündeki güney kentlerine uluslararası yardım kuruluşlarının yardım dağıtmasını da durdurdu. Böylece bölgeyi insanî bir felakete sürükleyen Şebab'ın baskıları ölümlerin de artmasına sebep oldu.

Somali'de uzun zamandır süren devlet otoritesi yokluğu, deniz korsanlarını da büyük tehdit haline getirdi. Somalili korsanların eylemlerini artırmaları üzerine NATO, 2008'de Somali açıklarında korsanlarla mücadele operasyonlarına başladı. Bu süreçte dev güçler, ülkenin korumasız denizlerini nükleer ve diğer zehirli atıkları boşaltma alanı olarak kullanmaya başladı.

Bunun yanı sıra Somali kendi sularını ve balık alanlarını koruma ve kontrol gücünden yoksun olduğu için 2005 yılında bir sezonda 800'ün üzerinde yabancı balıkçı gemisi Somali sularında kaçak avlandı. Bu kontrolsüz, düzensiz ve yasa dışı gemiler yıllık 450 milyon dolarlık deniz ürününü Somali denizlerinde avladılar. Ülke açlıkla kıvranırken, yanı başındaki protein kaynakları da yok edildi. Yasal olarak faaliyet gösteren balıkçıların geçim kaynakları kurutuldu. Bu yıl son 60 yılın en kurak dönemini yaşasa da, talihsiz Somali halkının başından gelenleri sadece bir 'doğal afet' olarak tanımlamak çok zor.
TUĞBA KAPLAN İSTANBUL - 15.08.2011 

Facebook Twitthis Furl