Televizyondan veya gazetelerden, bizde pek olmasa da ABD'de polis sorgulamalarında gerektiğinde bir sanığın yalan makinesine bağlanarak, doğruyu söyleyip söylemediğinin kontrol edildiğini görmüş veya okumuşsunuzdur.
Hatta ABD'de FBI veya CIA gibi çok önemli devlet görevlerine alınmaya aday memurlara da bu test uygulanmaktadır.
Tolygraph' denilen bir alet ile sanığa 4-6 adet sensör bağlanır.
Bu sensörlerden gelen çeşitli sinyaller, dönmekte olan bir kağıdın üzerine grafik olarak kaydedilir.
Bu sensörlerle sanığın,
- Nefes alış hızı.
- Nabzı.
- Kan basıncı (tansiyonu).
- Terleme miktarı.
kayda alınır.
Bazı yalan makinelerinde kol ve bacak hareketleri de kaydedilir.
Yalan makinesi testi başladığında, sanığa önce 3 veya 4 basit soru sorulur.
Bu şekilde sanığın verdiği sinyallerin düzeni öğrenilir.
Daha sonra gerçek sorular sorulmaya başlanılır ve sinyaller kayda alınmaya devam edilir.
Test süresince ve sonrasında bir uzman grafikleri sürekli.
kontrol altında tutarak, hangi sorularda sinyallerin değiştiğini tespit eder.
Kalp atışının hızının artması, tansiyonun yükselmesi ve terleme genellikle yalan söylemenin belirtileridir.
İyi eğitilmiş bir uzman grafiklere bakınca nerede yalan söylendiğini derhal anlayabilir.
Her şeye rağmen, insanların soruları yorumlamaları ve tepkileri farklı olduğundan, yalan söylerken farklı davranabildikle-rinden, bu test mükemmele ulaşmış değildir, bazen yanıltıcı olabilir ve kesin delil kabul edilmez.
Somali bu günlere nasıl geldi?
IMF'ye bağımlılık ve iç savaş, Somali'yi bitirdi
Günlerdir içimizi parçalayan Somali görüntülerinin altında yıllardır devam eden bir iç savaş ve ülke ekonomisini mahveden IMF'in katı uygulamaları yatıyor. Son 60 yılın en kurak dönemini yaşayan Somali zengin petrol ve maden kaynakları, verimli toprakları ve arazileri ile dikkat çekerken, ülkenin çökmüş mali yapısının arkasında Dünya Bankası'nın uygulamaları var.
Dünyayı sarsan Somali'deki açlık görüntülerinin altında yıllardır devam eden iç savaş ve ülke ekonomisini mahveden IMF'nin katı uygulamaları var. Her ne kadar son 60 yılın en kurak dönemini yaşıyorsa da, aslında zengin petrol ve maden kaynakları, verimli toprakları ve tarım arazileri ile dikkat çeken bir ülke Somali. Ancak 1980'lerde IMF ve Dünya Bankası'nın tavsiyeleri, ülkenin malî yapısını çökertti. Ardından gelen iç savaş da yıkımın tuzu biberi oldu ve ülkedeki kaynakların kullanılması engellendi. Uzmanlara göre, Somali, sömürge devletlerinin vazgeçilmez sonunu yaşıyor.
19. yüzyıldan beri İngiltere, Almanya ve Portekiz'in sömürge ve hâkimiyet sahası haline gelen Somali, 1885'te İtalyan hâkimiyetine girdi. 1885'ten 1927 yılına kadar ülke topraklarını işgal altında tutan İtalya, ülkenin ismini 'İtalyan Somalisi' olarak değiştirecek kadar ileri gitti. Bu sırada ülkenin kuzeyinde ise İngiliz hâkimiyeti sürmeye devam etti.
Ülke yönetiminin sürekli el değiştirmesi, tarım ve ekonomide yapılan ciddi yatırımların da başarısız olmasına neden oldu. 1960'ta bağımsızlığını kazanan Somali, 20. yüzyılda da bir türlü savaşlardan başını kaldıramadı. Önemli petrol kaynakları olan ülke, stratejik konumu nedeniyle Soğuk Savaş sırasında taraf olmak zorunda kaldı. Hem ABD hem de Sovyet Birliği, Somali aracılığıyla Basra Körfezi'nden geçen petrol kaynaklarını kontrol etmek istedi. Bu nedenle Somali önce Rusların yanında yer aldı ancak sonra iki ülkenin arası açılınca ABD tarafına geçti. Bu dönemde uluslararası petrol firmaları ülkenin kaynaklarını cömertçe kullanmaya başladı.
1970'lerde ara sıra kuraklık yaşansa da, Somali açlıkla hiç bugünkü kadar yüz yüze gelmemişti. Ekonomik olarak zengin bir tarihi bulunan ülke, aynı zamanda verimli tarım alanlarına sahipti. Merkezî sulamayla yapılan çiftçiliğin yanı sıra hayvancılık yapılan alanları vardı. Kendi yiyeceğini üreten ve ürettiği kendine yeten ülke, devletin çöküşüyle açlıkla da tanıştı. 1980'lerde Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın aldığı tedbirler, Somali tarımını bitirerek, ülkeyi dışa bağlı hale getirdi. Sonrasında Somali devalüasyonların sistematik hale geldiği, ithal tahıla bağımlı, 'IMF uyum programına' zincirli bir ülke oldu.
1991'de ülkenin kuzey ve güneyindeki aşiretler ayaklanarak, Muhamed Siad Barre yönetimini devirdiler. Ardından ülkenin kuzeyi "Somaliland" ismi ile bağımsızlığını ilan etti. Böylece yıllarca devam edecek iç savaş başlamış oldu. Bu süreçte uluslararası finans kuruluşları hükümeti devrik, iç savaşla boğuşan bu ülkenin bitişini geriden izlemekle yetindi. Böylece verimli toprakları, zengin petrol kaynakları, balıkçılık imkânı ve yağış alan bölgeleri olmasına rağmen, Somali açlık ve ölümle pençeleşmeye başladı. Hükümetin tarıma yaptığı yatırım gücü azalınca, üretim altyapısı da çöktü. Tarım toplumu olmasına rağmen, halk gelen hazır gıda ve yiyecek yardımları nedeniyle çiftçiliği bıraktı. En iyi tarım alanları bürokratlara, ordu mensuplarına ve hükümetle bağlantısı olan tüccarlara tahsis edildi.
Şebab, bölgeyi insanî felakete sürükledi
Ülkedeki iç savaş 2006'da El Kaide ile bağlantılı Şebab örgütünün, saldırıları artırarak başkent Mogadişu dâhil ülkenin güneyini kontrol altına almasıyla farklı bir boyut kazandı. 2009'da sahil şeridine yerleşen örgüt, baraj ve gölet inşasının yanı sıra balıkçılığı da engellemeye başladı. Örgüt 2009'da, "casuslara yataklık yapabileceği ve İslamî olmayan yaşam tarzını teşvik edebileceği" gerekçesiyle kontrolündeki güney kentlerine uluslararası yardım kuruluşlarının yardım dağıtmasını da durdurdu. Böylece bölgeyi insanî bir felakete sürükleyen Şebab'ın baskıları ölümlerin de artmasına sebep oldu.
Somali'de uzun zamandır süren devlet otoritesi yokluğu, deniz korsanlarını da büyük tehdit haline getirdi. Somalili korsanların eylemlerini artırmaları üzerine NATO, 2008'de Somali açıklarında korsanlarla mücadele operasyonlarına başladı. Bu süreçte dev güçler, ülkenin korumasız denizlerini nükleer ve diğer zehirli atıkları boşaltma alanı olarak kullanmaya başladı.
Bunun yanı sıra Somali kendi sularını ve balık alanlarını koruma ve kontrol gücünden yoksun olduğu için 2005 yılında bir sezonda 800'ün üzerinde yabancı balıkçı gemisi Somali sularında kaçak avlandı. Bu kontrolsüz, düzensiz ve yasa dışı gemiler yıllık 450 milyon dolarlık deniz ürününü Somali denizlerinde avladılar. Ülke açlıkla kıvranırken, yanı başındaki protein kaynakları da yok edildi. Yasal olarak faaliyet gösteren balıkçıların geçim kaynakları kurutuldu. Bu yıl son 60 yılın en kurak dönemini yaşasa da, talihsiz Somali halkının başından gelenleri sadece bir 'doğal afet' olarak tanımlamak çok zor.
TUĞBA KAPLAN İSTANBUL - 15.08.2011
Günlerdir içimizi parçalayan Somali görüntülerinin altında yıllardır devam eden bir iç savaş ve ülke ekonomisini mahveden IMF'in katı uygulamaları yatıyor. Son 60 yılın en kurak dönemini yaşayan Somali zengin petrol ve maden kaynakları, verimli toprakları ve arazileri ile dikkat çekerken, ülkenin çökmüş mali yapısının arkasında Dünya Bankası'nın uygulamaları var.
Dünyayı sarsan Somali'deki açlık görüntülerinin altında yıllardır devam eden iç savaş ve ülke ekonomisini mahveden IMF'nin katı uygulamaları var. Her ne kadar son 60 yılın en kurak dönemini yaşıyorsa da, aslında zengin petrol ve maden kaynakları, verimli toprakları ve tarım arazileri ile dikkat çeken bir ülke Somali. Ancak 1980'lerde IMF ve Dünya Bankası'nın tavsiyeleri, ülkenin malî yapısını çökertti. Ardından gelen iç savaş da yıkımın tuzu biberi oldu ve ülkedeki kaynakların kullanılması engellendi. Uzmanlara göre, Somali, sömürge devletlerinin vazgeçilmez sonunu yaşıyor.
19. yüzyıldan beri İngiltere, Almanya ve Portekiz'in sömürge ve hâkimiyet sahası haline gelen Somali, 1885'te İtalyan hâkimiyetine girdi. 1885'ten 1927 yılına kadar ülke topraklarını işgal altında tutan İtalya, ülkenin ismini 'İtalyan Somalisi' olarak değiştirecek kadar ileri gitti. Bu sırada ülkenin kuzeyinde ise İngiliz hâkimiyeti sürmeye devam etti.
Ülke yönetiminin sürekli el değiştirmesi, tarım ve ekonomide yapılan ciddi yatırımların da başarısız olmasına neden oldu. 1960'ta bağımsızlığını kazanan Somali, 20. yüzyılda da bir türlü savaşlardan başını kaldıramadı. Önemli petrol kaynakları olan ülke, stratejik konumu nedeniyle Soğuk Savaş sırasında taraf olmak zorunda kaldı. Hem ABD hem de Sovyet Birliği, Somali aracılığıyla Basra Körfezi'nden geçen petrol kaynaklarını kontrol etmek istedi. Bu nedenle Somali önce Rusların yanında yer aldı ancak sonra iki ülkenin arası açılınca ABD tarafına geçti. Bu dönemde uluslararası petrol firmaları ülkenin kaynaklarını cömertçe kullanmaya başladı.
1970'lerde ara sıra kuraklık yaşansa da, Somali açlıkla hiç bugünkü kadar yüz yüze gelmemişti. Ekonomik olarak zengin bir tarihi bulunan ülke, aynı zamanda verimli tarım alanlarına sahipti. Merkezî sulamayla yapılan çiftçiliğin yanı sıra hayvancılık yapılan alanları vardı. Kendi yiyeceğini üreten ve ürettiği kendine yeten ülke, devletin çöküşüyle açlıkla da tanıştı. 1980'lerde Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın aldığı tedbirler, Somali tarımını bitirerek, ülkeyi dışa bağlı hale getirdi. Sonrasında Somali devalüasyonların sistematik hale geldiği, ithal tahıla bağımlı, 'IMF uyum programına' zincirli bir ülke oldu.
1991'de ülkenin kuzey ve güneyindeki aşiretler ayaklanarak, Muhamed Siad Barre yönetimini devirdiler. Ardından ülkenin kuzeyi "Somaliland" ismi ile bağımsızlığını ilan etti. Böylece yıllarca devam edecek iç savaş başlamış oldu. Bu süreçte uluslararası finans kuruluşları hükümeti devrik, iç savaşla boğuşan bu ülkenin bitişini geriden izlemekle yetindi. Böylece verimli toprakları, zengin petrol kaynakları, balıkçılık imkânı ve yağış alan bölgeleri olmasına rağmen, Somali açlık ve ölümle pençeleşmeye başladı. Hükümetin tarıma yaptığı yatırım gücü azalınca, üretim altyapısı da çöktü. Tarım toplumu olmasına rağmen, halk gelen hazır gıda ve yiyecek yardımları nedeniyle çiftçiliği bıraktı. En iyi tarım alanları bürokratlara, ordu mensuplarına ve hükümetle bağlantısı olan tüccarlara tahsis edildi.
Şebab, bölgeyi insanî felakete sürükledi
Ülkedeki iç savaş 2006'da El Kaide ile bağlantılı Şebab örgütünün, saldırıları artırarak başkent Mogadişu dâhil ülkenin güneyini kontrol altına almasıyla farklı bir boyut kazandı. 2009'da sahil şeridine yerleşen örgüt, baraj ve gölet inşasının yanı sıra balıkçılığı da engellemeye başladı. Örgüt 2009'da, "casuslara yataklık yapabileceği ve İslamî olmayan yaşam tarzını teşvik edebileceği" gerekçesiyle kontrolündeki güney kentlerine uluslararası yardım kuruluşlarının yardım dağıtmasını da durdurdu. Böylece bölgeyi insanî bir felakete sürükleyen Şebab'ın baskıları ölümlerin de artmasına sebep oldu.
Somali'de uzun zamandır süren devlet otoritesi yokluğu, deniz korsanlarını da büyük tehdit haline getirdi. Somalili korsanların eylemlerini artırmaları üzerine NATO, 2008'de Somali açıklarında korsanlarla mücadele operasyonlarına başladı. Bu süreçte dev güçler, ülkenin korumasız denizlerini nükleer ve diğer zehirli atıkları boşaltma alanı olarak kullanmaya başladı.
Bunun yanı sıra Somali kendi sularını ve balık alanlarını koruma ve kontrol gücünden yoksun olduğu için 2005 yılında bir sezonda 800'ün üzerinde yabancı balıkçı gemisi Somali sularında kaçak avlandı. Bu kontrolsüz, düzensiz ve yasa dışı gemiler yıllık 450 milyon dolarlık deniz ürününü Somali denizlerinde avladılar. Ülke açlıkla kıvranırken, yanı başındaki protein kaynakları da yok edildi. Yasal olarak faaliyet gösteren balıkçıların geçim kaynakları kurutuldu. Bu yıl son 60 yılın en kurak dönemini yaşasa da, talihsiz Somali halkının başından gelenleri sadece bir 'doğal afet' olarak tanımlamak çok zor.
TUĞBA KAPLAN İSTANBUL - 15.08.2011
İnsanlar neden alyans takar?
İnsanların evlenince yüzük takmaları eski Mısırlıların inançlarına dayanıyor. Milattan 2800 yıl önce Mısır'da yaşayanlar dairenin veya halka şeklindeki cisimlerin, başlangıç ve bitiş noktalarının olmaması nedeni ile sonsuzluğu temsil ettiklerine inanıyorlardı.
Evlilik bağının simgesi olarak bitki sapları kullanılarak yapılan alyans, yuvarlak şekliyle yüzyıllardır kadın ve erkek arasındaki sonsuz sevginin, sonsuz mutluluğun, sonsuz beraberliğin ve sonsuz bağlılığın simgesi olarak kullanılıyor.
Yüzük evliliğin sonsuza dek süreceğini simgeliyordu. Sonra bu inanç ve adet Romalılar vasıtası ile iyice yaygınlaştı. Kazılarda o devirlere ait çok ilginç evlilik yüzüklerine rastlanılmıştır.
Evlilik yüzüğünün sol ele ve sondan bir önceki parmağa takılmasının sebebi ise modern tıbbın gelişmesinden önceki devirlere ait yanlış bir insan anatomisi bilgisidir. O zamanlarda dolaşım sistemimizdeki ana damarın sol elimizde bu parmaktan başlayıp kalbimize gittiği sanılıyordu. Böylece buraya takılan yüzükler evli çiftin kalben bağlılığını simgeliyordu.
Gerçi şimdi damarların nereden gelip nereye gittiği biliniyor ama bu da bir adet olarak kaldı.
Patlamış mısır nasıl patlıyor?
Patlamış mısırın hikayesi beş bin yıl evveline, Amerika kıtasına kadar uzanıyor.
Amerika yerlileri gıda için kullanılacak mısır ile içi daha sulu olan patlayabilir mısırların arasındaki farkı biliyorlardı.
Kolomb kıtaya ayak bastığında yerlilerin mısır kültürünü gördü, ama asıl ilgi 1510'lu yıllarda Güney Amerika'da terör estiren Hernanda Cortes'in Aztek'lerin dini ayinlerde ipe dizilmiş patlamış mısırları yediklerini görmesi ile başladı.
Üstelik yerliler mısırı bir çeşit şişe geçirerek, tekrar tekrar ısıtarak veya kızgın kuma gömerek değişik şekillerde patlatarak yiyorlardı.
Amerika kıtasının keşfinden sonra Avrupa'ya getirilen ürünlerin içinde en ünlüleri patlamış mısır ve tütündü.
Birincisine çok fazla yağ ve tuz ilave etmezseniz, kesinlikle ikincisinden daha sağlıklıdır.
Ancak tüm mısır taneleri patlamaz.
Patlayan mısırın gizemini yaratan iki faktör vardır: Mısır tanesinin içinin çok güzel bir ısı geçiş özelliği ve müthiş bir mekanik mukavemete, yani sağlamlığa sahip kabuğu.
Mısıra dikkatli bakıldığında, etrafında kalın ve su geçirmez bir kabuk olduğu görülür.
Bunun altında iki tabaka daha vardır.
Tanenin bu iç kısımlarındaki moleküllerin sıralanış biçimi, normal mısır tanelerine göre daha düzenlidir.
Bu sayede ısı normal tanelere oranla neredeyse iki misli hızla içine yayılabilir.
Kalın kabuk ısıtıldığında, tanenin içi de süratle ısınır ve içindeki su, basınçlı bir su buharı oluşturur.
Isınma süresince gittikçe artan bu basınç, sonunda kalın kabuğun adeta infilak ederek yırtılmasına yol açar.
Tane ilk boyutundan yaklaşık 30 misli büyür, içi dışına gelir, yani tanenin içindeki yumuşak kısım dışarı çıkarak yenilebilir kısmı oluşturur.
Bu özelliği tabiatta başka hiçbir şeyde göremezsiniz.
Belki biraz ekmeğin oluşumunu buna benzetebiliriz.
Bir mısır tanesinin ideal bir şekilde patlayabilmesi için, içinde en az yüzde 14 oranında su olması gerekir.
Bunun altındaki oranlarda yine patlar ama kısmen açılır, istenen sonuç alınamaz.
Mısırın içersindeki su oranını artırmak için, kapalı bir ortamda üzerine su serpiştirilmesi ve beklemeye bırakılmasının faydalı olacağı söylenir ama bu işlem mısırın içindeki su oranını en fazla yüzde l arttırır.
Bir mısırı iğneyle delerseniz, bir fırında veya güneş altında bekletirseniz, 150 derecenin altında ısıtırsanız, yukarıda bahsedilen suyun buharlaşması, basınç ve infilakın hiçbiri gerçekleşmez.
Amerika yerlileri gıda için kullanılacak mısır ile içi daha sulu olan patlayabilir mısırların arasındaki farkı biliyorlardı.
Kolomb kıtaya ayak bastığında yerlilerin mısır kültürünü gördü, ama asıl ilgi 1510'lu yıllarda Güney Amerika'da terör estiren Hernanda Cortes'in Aztek'lerin dini ayinlerde ipe dizilmiş patlamış mısırları yediklerini görmesi ile başladı.
Üstelik yerliler mısırı bir çeşit şişe geçirerek, tekrar tekrar ısıtarak veya kızgın kuma gömerek değişik şekillerde patlatarak yiyorlardı.
Amerika kıtasının keşfinden sonra Avrupa'ya getirilen ürünlerin içinde en ünlüleri patlamış mısır ve tütündü.
Birincisine çok fazla yağ ve tuz ilave etmezseniz, kesinlikle ikincisinden daha sağlıklıdır.
Ancak tüm mısır taneleri patlamaz.
Patlayan mısırın gizemini yaratan iki faktör vardır: Mısır tanesinin içinin çok güzel bir ısı geçiş özelliği ve müthiş bir mekanik mukavemete, yani sağlamlığa sahip kabuğu.
Mısıra dikkatli bakıldığında, etrafında kalın ve su geçirmez bir kabuk olduğu görülür.
Bunun altında iki tabaka daha vardır.
Tanenin bu iç kısımlarındaki moleküllerin sıralanış biçimi, normal mısır tanelerine göre daha düzenlidir.
Bu sayede ısı normal tanelere oranla neredeyse iki misli hızla içine yayılabilir.
Kalın kabuk ısıtıldığında, tanenin içi de süratle ısınır ve içindeki su, basınçlı bir su buharı oluşturur.
Isınma süresince gittikçe artan bu basınç, sonunda kalın kabuğun adeta infilak ederek yırtılmasına yol açar.
Tane ilk boyutundan yaklaşık 30 misli büyür, içi dışına gelir, yani tanenin içindeki yumuşak kısım dışarı çıkarak yenilebilir kısmı oluşturur.
Bu özelliği tabiatta başka hiçbir şeyde göremezsiniz.
Belki biraz ekmeğin oluşumunu buna benzetebiliriz.
Bir mısır tanesinin ideal bir şekilde patlayabilmesi için, içinde en az yüzde 14 oranında su olması gerekir.
Bunun altındaki oranlarda yine patlar ama kısmen açılır, istenen sonuç alınamaz.
Mısırın içersindeki su oranını artırmak için, kapalı bir ortamda üzerine su serpiştirilmesi ve beklemeye bırakılmasının faydalı olacağı söylenir ama bu işlem mısırın içindeki su oranını en fazla yüzde l arttırır.
Bir mısırı iğneyle delerseniz, bir fırında veya güneş altında bekletirseniz, 150 derecenin altında ısıtırsanız, yukarıda bahsedilen suyun buharlaşması, basınç ve infilakın hiçbiri gerçekleşmez.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)